Nedense bu harita şimdiye kadar hiç gün yüzüne çıkarılmadı. Türkiye gerçekte bir petrol cenneti mi? Bakın neler var o haritada...
Türkiye'nin altı petrol mü kaynıyor? Yılların şehir efsanesi gerçek olabilir mi? 100 yıl önce Abdülhamid Han’ın petrol haritasında bu sorunun cevabı verilmiş. Star yazarı Aziz Üstel de bu konuyu köşesine taşımış...
Bakın o haritada neler varmış...
Habire tartışır dururuz ya?Türkiye petrol denizi üzerinde mi?Güneydoğu fokur fokur petrol kaynıyor mu? Türkiye petrol dolu ama yabancılar çıkarmamıza izin vermiyor mu?!
ABDÜLHAMİT ARAŞTIRMA YAPTIRMIŞ
Bütün bu soruların yanıtını biri vermiş zaten... Hem de tam 100 yıl önce. Sultan II. Abdülhamid! Özelllikle 19. yüzyılın son çeyreğinde, tüm dünyada gündeme gelen ve ne denli önemli olduğu herkesçe kabul edilen petrol araştırmaları için, Abdülhamid Han, olağanüstü çaba harcamış.
ANADOLU'NUN ALTI PETROL KAYNIYOR
Hazırlattığı, ‘tespit haritasında’, Anadolu’nun neredeyse tamamında, yüksek ölçekte petrol rezervi olduğu saptanmış!
Hazine-i Hassa’dan, yani kendi cebinden, parasını ödeyerek yabancı ve yerli mühendislere Musul ve Bağdat havalisiyle, Dicle ve Fırat nehirleri havzasında petrol taraması yaptırdı.
Alman Maden Mühendisi Paul Groskoph ve Habib Necip Efendi’nin başkanlığındaki araştırma birimi, 22 Ekim 1901’de çalışmalarını Abdülhamid Han’a sundu.
GİZLİDE KALAN HARİTA
Bugüne değin her nedense bir türlü yayınlanmayan bu harita, salt Güneydoğu’nun bilinen noktalarında değil, Hakkari ve Bitlis gibi illerde de petrol bulunabileceğini gösteriyor. Haritayı hazırlayan heyet, Bitlis Suyu denilen çayın kıyısı boyunca, önemli petrol rezervleri saptamış.
Heyet Başkanı Paul Groskoph, petrol noktalarını tek tek tespit ettiklerini aktarırken, izledikleri güzergahı da, ayrıntılı bir biçimde anlatıyor. Petrol havzasını karış karış dolaşan Groskoph, Siirt tarafında ve Dicle Nehri kıyısında zengin petrol rezervleri bulunduğunu vurguluyor.
GÜNEYDOĞU'NUN TAMAMINDA PETROL VAR
Güneydoğu Anadolu’nun neredeyse tamamı ve Doğu Anadolu’nun bir bölümünü kapsayan petrol haritası, Diyarbakır, Mardin, Bismil, Hazro Çayı çevresi, Sinan, Batman Çayı çevresi, Dicle Bölgesi, Midyat, Bedran, Tulan, Siirt, Botan Çayı çevresi, Habur, Fındık, Cizre, Bitlis Çayı kıyısı ve Hakkari’de (Çölemerik) çok önemli petrol yatakları bulunduğunu kaydediyor!!
O HARİTA YAYINLANIYOR
Bu harita sonunda gün yüzüne çıkacak! Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, ‘Osmanlı Döneminde Irak’ adlı kitapta haritayı kamuoyuna sunacak.
24.12.2008
20.12.2008
Osmanlı’da davalar bir günde biterdi!
Osmanlı düzeninde hemen tevzî edilmeyen adalet, adaletsizlik sayılırdı. Osmanlı adaletinin hızlı yargı şöhreti, dünyaya yayılmıştı. İşte 17-18. yüzyıllarda İsveçli, İngiliz, Fransız yazarların şehadetleri (ilk ikisi İstanbul orta ve büyük elçisi olup Protestan, sonuncusu Katolik’tir):
“Osmanlı adaletinde 2 veya 3 celse az görülür. Ekseri davalar tek celsede hükme bağlanır” (Moradjea d’Ohsson, VI, 204-5).
“En önemli davalar bir saat içinde hükme bağlanır. Hüküm, derhal infâz edilir. Avrupa’daki gibi hükmü geciktirecek oyunlardan hiçbiri Osmanlı sisteminde uygulanamaz” (Lord Paul Ricaut, II, 327).
“Dünyanın hiçbir yerinde davalar, Türkiye’deki kadar hızlı çözümlenmez. Davanın medenî veya cezaya ait olması yargının hızını kesmez. En büyük davalar 3, nihayet 4 gün sürer” (Stochove, Voyage du Levant, s.148).
Dava sayısı azdı. Osmanlı ancak dava oluşturacak konular için kadı’ya başvururdu. Güvenlik kuvvetleri de ancak gerçek suçluyu kadı huzuruna çıkarırdı. Ufak tefek suçlar için vatandaşa nasihat edilip bırakılırdı. Vatandaş, genel asayişi, huzuru ve ahlâkı ihlâl eden hareketlerden çok kaçınırdı. Sokakta bağırmak, başkasının işiteceği yüksek sesle konuşmak terbiyesizlik ve oradakilere saygısızlıktı.
Anlaşmazlıklar aileye aitse, aile içinde halledilirdi. Son sözü aile reisi söylerdi. Onun sözüne aykırı hareket hem nezaketsizlik, hem günah sayılırdı. Ticarî anlaşmazlıklar esnaf arasında, esnafın üyesi bulunduğu lonca’nın (sendikanın) kethudâsınca halledilirdi. Hayriye tüccârı denen ruhsatlı büyük ihracatçı, ithalâtçı, armatör zümrenin davalarına, seçimle gelen kethudânın hakemliğinde çare aranır, kabûl etmeyen taraf kadı’ya giderdi. Kadı, başvuran tacirin aleyhine hükmederse o tüccarın meslektaşları arasında saygınlığı sarsılırdı.
Hakemlik görevi mahallede mescid imâmına, köyde muhtara aitti. Köylünün kadı’ya gitmesi ancak büyük davalar içindi. Zira kadı, köylünün bağlı bulunduğu nâhiyedeki nâib idi ki, öğleden önce yargıçlık yapar, öğleden sonra nâhiyenin belediye işlerine bakardı. Ancak kazâ (ilçe) yargıçlarına kadı, sancak (il) ve eyâlet kadılarına molla, hepsinin kararını temyize yetkili en büyük iki yargıca -ki İstanbul’da idi- kazasker denirdi (kazasker pâyesi vezîr=mareşal rütbesine eşitti).
Kadı, önüne getirilen 1 akçalık davaya bile bakmakla yükümlüydü. Ancak küçük davalar için kadı’ya gitmek yüce adalete saygısızlık sayılırdı. Zira en küçük davada bile şehâdetler, ilgili belgeler, hüküm, sicile geçirilir ve mahkeme kâtibi tarafından sonsuza kadar saklanırdı. 15. yüzyıldan başlayan on binlerce defter hâlindeki mahkeme sicilleri, bugün Osmanlı sosyal tarihinin önemli kaynakları arasındadır.
Ahlâk, gelenekler, aile yapısı, dinî kurallar, Allah korkusu, sağlam ve geçerli idi. Atatürk devrinde (1923-1938) bile dava sayısı -o zamanki nüfus oranı ile de- bugünküne nisbetle pek azdı. Bugün Türkiye, biribiriyle ve devletle anlaşmazlıklar içinde bir toplumun ülkesi görüntüsündedir. Üstelik bugün yargıç, yüzlerce yasanın yüzlerce maddesi ile bağlıdır. Şahsî kanaat yetkisi, hem klasik Osmanlı kadısına, hem Batı’daki yargıçlara nisbetle çok azdır.
ÖRNEK OSMANLI ASAYİŞİ
Klasik dönemde ve sonra Tanzimat rejiminde asayiş, güvenlik mükemmeldi. Ara dönemlerde bozulmuştur. Meselâ Kaanunî Sultan Süleyman devrinde (1520-1566) İstanbul’un asayişi bütün Avrupalı şahitlerce övülmektedir. İstanbul nüfusu yarım milyona yaklaşmış, dünyanın hemen hemen en kalabalık şehri olmuştu. Cinayet ortalaması yılda 1 (bir) idi. Muhzır denen adlî polis, davanın görüleceği celse için bütün delilleri ve şahitleri kadı’nın huzuruna getirmekle görevli idi. Fevkalâde maaş alan kadı, yalnız öğleden önce yargıçlık yapıyordu. Öğleden sonra ilçesinin kaymakamı ve belediye başkanı idi (1826’dan önceki klasik dönem). Çok yetkiliydi. Verdiği hüküm İstanbul’da kazasker dîvânında bozulursa terfî edemez, eğer rüşvet ve taraftarlıkla hüküm verdiği anlaşılırsa meslekten çıkarılırdı. Nâib ve kadı olmak için İstanbul rüûsu denen medresenin en yüksek diploması şarttı.
ADALET TEŞKİLATI
İstanbul gibi kalabalık beldelerde, gece nâibleri vardı. Meşhut suç çeşidinden davalara gecenin hangi saatinde olursa olsun bakmakla görevli idiler. 17. asırda İstanbul nüfusu banliyöler ve saray nüfusu ile milyonu geçti. İstanbul Efendisi denen İstanbul belediye başkanı ve en büyük yargıcı durumundaki kadı, Divân-ı Hümâyûn denen imparatorluk bakanlar kurulu toplantısına çıkıp söz söyler, bakanları cevaplandırır, fakat oy kullanamazdı. İki kazasker (Rûmeli ve Anadolu), hükûmet üyesi idiler, oy kullanırlardı. İstanbul’da daha 3 molla (büyük kadı) (Eyüb, Galata, Üsküdar), birkaç kadı, 60 kadar nâib (sulh yargıcı), bunlara bağlı adlî polis mevcuttu.
ANGLO-SAKSON SİSTEMİ OSMANLI’YA GÖRE DÜZENLENDİ
Şöhreti dillere destan İngiltere adaleti, 8. Henry’nin Kaanûnî devrinde İstanbul’a gelip Osmanlı adalet sistemini inceleyen hukukçuları tarafından düzenlendi. Bugün de Anglo-Sakson (İngiliz, Amerikan vs.) yargı sisteminde, hızlı yargı esastır. Ancak delil arayışı gibi sebeplerle uzun aralı celselere gidilmektedir ki, aynı geciktirici sebep, istisna olarak Osmanlı sisteminde de vardır.
1839 Tanzimatı ile modern mahkemeler kurulmaya başlandı. Avrupa yasalarının benzerleri yayınlandı. Hukuk fakülteleri açıldı. Cumhuriyet döneminde eksikler giderilip gedikler onarılarak bugünkü hukuk ve yargı sistemimiz oluştu. Yasalarımızın AB hukukuna uygunluğu sağlanarak yargıçlarımızı AB’deki meslektaşlarının statüsüne eşitlemek mutlak bir zarurettir.
18.12.2008
6.12.2008
Milletleri yok eden düzen: Sömürgecilik
Türk milletinin sömürgeci devletlere karşı verdiği İstiklal Savaşı, diğer milletlere de örnek oldu.
Eskiden müstemleke, sonra bu kelimeyi tercüme ederek sömürge dediğimiz ülkelere Avrupa dillerinde koloni denmiştir.
Sömürge: Askerlik, denizcilik, politika, ticaret bakımlarından gelişmiş bir devletin kendisine tamamen yabancı bir ülkeye el koyması ile elde edilen topraktır.
Sömürgeci: Kendi bâtıl inancına göre üstün devleti, üstün düzeni, üstün ırkı, üstün kültürü, üstün medeniyeti, hatta üstün dini temsil ettiği iddiasındadır. El koyduğu ülkelerin halkı ona göre ya doğrudan doğruya vahşilerdir, ya geri kalmış milliyetlerdir! Sömürgeci onlara medeniyet götürmek, teknik bilgi vermek, sömürge halkını adam etmek için çalışır! Ama sömürge halkının nedense adam olmaya yeteneği ya yoktur, ya çok eksiktir. Zira Hıristiyan olmadığı için inançsızdır! Teslîs’e, iman etmez. Hıristiyan oldu diyelim, derisinin rengi maalesef beyaz değildir, ya karadır, ya esmerdir, ya kızıldır, ya sarıdır... Sömürgeci, böylesine bir zihniyetle gözüne kestirdiği topraklara gelir.
NİÇİN SÖMÜRGE
Sömürgeler, anavatanın ham madde ihtiyacı, sanayinin ayakta durabilmesi için kullanılır. Stratejik, askerî, bahrî amaçlarla kullanıldığı da olur. Sömürge halkının basit ihtiyaçları, mamul maddeler hâlinde anavatandan getirilip fâhiş fiyatla ve zorla satılır. Sömürge meselâ Hindistan gibi dünyanın en büyük tekstil ülkesi ise, o sanayii ortadan kaldırmak için elden gelen yapılır. Makine ile işleyen, makinesini sürekli yenileyen sanayi ancak sömürge sahibi devlettedir.
Sömürgeci, sömürge halkını eğitmeye de çalışır. Kendi dilini, edebiyatını, tarihini, san’atını, kültürünü yayar. Bu eğitimde tarih tamamen çarpıtılmıştır. Meselâ İngilizler ve Fransızlar Arap ve İslâm âleminde, Ruslar Türkistan, Kafkasya, Volga boyunda Türkleri düşman millet şeklinde okutmuşlardır. Osmanlı‘yı korkunç bir emperyalist şeklinde göstermişlerdir ki alâkası yoktur. Ama nesilleri zehirlemeyi başarmışlardır. Sömürgeci, kendi dinini, mezhebini yaymak için akıl almaz gayretler göstermiştir. Ama Hıristiyan olan Hindistanlı, Çinli, Endonezyalı, Afrikalıya da eşit muamele yapmaya asla yanaşmamıştır. Zira onlar derilerinin rengi dolayısıyla ikinci sınıf Hıristiyanlardır. Sanırsınız ki Hazret-i İsa, bir Sâmi değildir, sarışın, mavi gözlü bir Kuzeylidir!..
Sömürgecinin, sömürgesi halkında milliyet şuurunun oluşmasından ödü kopar. Her millî tezahürü şovenlik, gericilik, taassup sayar. Milliyetçilik, sadece sömürgeci milletin tekelindedir.
Sömürgecilerin dilinde Kızılderililer, Siyah Afrikalılar ‘vahşiler‘dir. Kabile tarzı hayat yaşayan kavimler için vahşi tabiri, 1945’ten önce bütün kitaplarda ve filmlerde geçer. Bizim nesil, çocukluğunda, medenî beyazların vahşilerle yaptığı savaş ve mücadelelerin romanlarını okuyup filmlerini alkışlarla seyrederek büyüdü. Yüreğimiz, Beyaz kahramanın zaferi için çarptı!
1950’ye kadar yeryüzünde yalnız iki Zenci devlet vardı: Haiti ve Liberya. Onlar da silme Hıristiyan’dı, ilki Fransızca, ikincisi İngilizce konuşurdu.
Sömürgeciliğin tarihi Sâmi Fenikeliler‘le alfabelerini verdikleri Arî Yunanlılar‘ın Milâd’dan önce ilk 1000 yılda Akdeniz ve Karadeniz’de kurdukları iskelelerle başlatılabilir.
Ancak bugünkü manada sömürgecilik 1500 yılına doğru Portekizliler, akabinde İspanyollar’la başlar. Hollandalılar, İngilizler, Fransızlar, Ruslar, geç tarihlerde Almanlar, İtalyanlar, Belçikalılar sonra gelir. Danimarkalıların, Norveçlilerin, İsveçlilerin de gayretleri vardır. 20. yüzyıla girerken arslan payının sırasıyla İngiltere, Fransa, Rusya ve Hollanda’ya ait bulunduğu görülür.
Hıristiyan Avrupalının Arz’ı sömürgeleştirmekteki utanmaz sınır tanımazlığı, günümüz insanını hayretlere düşürebilir. 1918’de yeryüzünde Hıristiyan olmayan ve sömürge yapılamayan sadece 6 devlet kalmıştı: Türkiye, İran, Afganistan ile Japonya, Çin ve Tayland.
Rus’un Semerkand’da, İngiliz’in Kahire’de, Fransız’ın Fas’ta, Hollanda’nın Cakarta’da, İtalyan’ın Trablus’ta ne işi olduğunun mantıklı cevabı yoktur. İnsanlık için utandırıcı cevapları vardır.
SÖMÜRGE SİSTEMİNİN ÇÖKMESİ
Sömürgecinin, ırkları toptan yok ettiği veya büyük kıyımlara uğrattığı doğrudur. Sömürgeleri iliklerine kadar sömürüp servetlerini anavatana transfer ettiği de gerçektir. Bazıları kendisinden çok daha eski ve üstün medeniyetlere sahip milletlere ikinci sınıf insan muamelesi yaptığı açıktır. 20. yüzyıl, sömürge sisteminin ve zihniyetinin sona ermesi, sömürgelerin bağımsızlıklarına kavuşması ile kapandı. Bugün, egemen milletin, yönetimindeki diğer milliyetleri eritmek, yok etmek veya yok farz etmek politikası olan az devlet kalmıştır. Gerçek bir imparatorluk durumunda bulunan Çin ile İran başlıca örneklerdir.
Rusya Federasyonu, Hindistan Federasyonu gibi çok büyük devletler, içerdikleri bütün milliyetlere eşit hak vererek, sorunu çözümlemek yoluna girmişlerdir. Ama Keşmir Hindistan’dan, Tataristan, Çeçenistan gibi ülkeler Rusya’dan ayrılmak istiyorlar. Tibet ve Doğu Türkistan ise tam bir Çin tahakkümünde bulunuyor.
Kanada, İsviçre gibi birden fazla milliyetin yaşadığı demokrasilerde, birlikte yaşamak arzusu mükemmeldir. Ama meselâ Belçika’da Flamanlar, Fransızca konuşan Valonlar’dan ayrılmayı bahis konusu yapmışlardır.
Hiç sömürgesiz iki imparatorluk, Orta Avrupa ve Tuna üzerinde Avusturya-Macaristan ile 3 kıt’a üzerinde Osmanlı Türkiyesi idi. Kasım 1918’de parçalandılar. Avusturya-Macaristan silme Hristiyan ve büyük çoğunlukla Katolik idi. Osmanlı tecrübesi daha ağırlıklıdır; zira 3 din ve nice mezhepten pek çok milleti bir araya getirmiştir. Osmanlı’nın yerine cihan devleti durumuna yükselen İngiltere bu işi ancak Büyük Britanya adası ile Kuzey İrlanda’da yapabilmiştir. Muazzam sömürgelerinden yalnız Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika’ya dominyon statüsü ile yerinden yönetim hakkı ve sonunda 1931’de tam bağımsızlık vermiştir.
AMERİKA’NIN DEMOKRASİ HAVARİLİĞİ
Sömürgelerin tasfiyesi İkinci Cihan Savaşı’nın bitmesinden başlayarak mümkün oldu. Her iki cihan savaşının yürütülmesinde, bilhassa sonuçlarında kapital hatalar yapan yeni cihan devleti Birleşik Amerika, demokrasi havâriliği ve sömürgelere bağımsızlık ideali ile savaşı bitirdi. Hemen hemen tek sömürgesi ve çok nüfuslu bir Asya ülkesi olan Filipinlere bağımsızlık vererek, insanlık âlemini kurtaracak kaç asırlık ayıptan kurtaracak bu hürriyetçi hareketi başlattı. İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika, Portekiz’in, anavatan nüfuslarından çok fazla insanın yaşadığı sömürgeleri vardı.
Sömürgelerini 1945’i izleyen yıllarda çok başarı ile tasfiye eden İngiltere oldu. Hemen hepsini “Britanya Milletler Topluluğu” (İng. Commonwealth) adı altında topladı. Bugün 200 bağımsız devletin 50 kadarı bu birliğin içindedir. Birliğin tek şeref başkanı hâlâ İngiltere hükümdarıdır. İngiltere hükümdarı, bazı birlik üyesi devletlerin üstelik hâlâ devlet başkanıdır ki başta Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gelir. Birlikte İngilizce çoğunlukla resmî dil, hiç değilse en geçerli dildir.
Cezayir başta olmak üzere çok kan dökerek tasfiyede zorlanan Fransa da Afrika devletlerinde Fransızca’yı geçerli dil bırakarak çekildi. Sömürgelerin sınırları, sömürgeci devletlerce çeşitli faktörlere göre çizildiği için, hemen hiçbiri ihtilâfsız değildir. Sömürgelerin bağımsızlığı aynı zamanda devlet sayısını üçe, hatta dörde katladı. 1918’de 60 bağımsız devlet, 1944’te 71’e 1959’da 99’a, 1974’te 151’e, 1983’te 175’e, bugün 2008’de 201’e çıktı. Buna karşılık başta Avrupa Birliği olmak üzere, tarihin gördüğü en büyük medeniyet ve ittifak projeleri gerçekleşti.
Eskiden müstemleke, sonra bu kelimeyi tercüme ederek sömürge dediğimiz ülkelere Avrupa dillerinde koloni denmiştir.
Sömürge: Askerlik, denizcilik, politika, ticaret bakımlarından gelişmiş bir devletin kendisine tamamen yabancı bir ülkeye el koyması ile elde edilen topraktır.
Sömürgeci: Kendi bâtıl inancına göre üstün devleti, üstün düzeni, üstün ırkı, üstün kültürü, üstün medeniyeti, hatta üstün dini temsil ettiği iddiasındadır. El koyduğu ülkelerin halkı ona göre ya doğrudan doğruya vahşilerdir, ya geri kalmış milliyetlerdir! Sömürgeci onlara medeniyet götürmek, teknik bilgi vermek, sömürge halkını adam etmek için çalışır! Ama sömürge halkının nedense adam olmaya yeteneği ya yoktur, ya çok eksiktir. Zira Hıristiyan olmadığı için inançsızdır! Teslîs’e, iman etmez. Hıristiyan oldu diyelim, derisinin rengi maalesef beyaz değildir, ya karadır, ya esmerdir, ya kızıldır, ya sarıdır... Sömürgeci, böylesine bir zihniyetle gözüne kestirdiği topraklara gelir.
NİÇİN SÖMÜRGE
Sömürgeler, anavatanın ham madde ihtiyacı, sanayinin ayakta durabilmesi için kullanılır. Stratejik, askerî, bahrî amaçlarla kullanıldığı da olur. Sömürge halkının basit ihtiyaçları, mamul maddeler hâlinde anavatandan getirilip fâhiş fiyatla ve zorla satılır. Sömürge meselâ Hindistan gibi dünyanın en büyük tekstil ülkesi ise, o sanayii ortadan kaldırmak için elden gelen yapılır. Makine ile işleyen, makinesini sürekli yenileyen sanayi ancak sömürge sahibi devlettedir.
Sömürgeci, sömürge halkını eğitmeye de çalışır. Kendi dilini, edebiyatını, tarihini, san’atını, kültürünü yayar. Bu eğitimde tarih tamamen çarpıtılmıştır. Meselâ İngilizler ve Fransızlar Arap ve İslâm âleminde, Ruslar Türkistan, Kafkasya, Volga boyunda Türkleri düşman millet şeklinde okutmuşlardır. Osmanlı‘yı korkunç bir emperyalist şeklinde göstermişlerdir ki alâkası yoktur. Ama nesilleri zehirlemeyi başarmışlardır. Sömürgeci, kendi dinini, mezhebini yaymak için akıl almaz gayretler göstermiştir. Ama Hıristiyan olan Hindistanlı, Çinli, Endonezyalı, Afrikalıya da eşit muamele yapmaya asla yanaşmamıştır. Zira onlar derilerinin rengi dolayısıyla ikinci sınıf Hıristiyanlardır. Sanırsınız ki Hazret-i İsa, bir Sâmi değildir, sarışın, mavi gözlü bir Kuzeylidir!..
Sömürgecinin, sömürgesi halkında milliyet şuurunun oluşmasından ödü kopar. Her millî tezahürü şovenlik, gericilik, taassup sayar. Milliyetçilik, sadece sömürgeci milletin tekelindedir.
Sömürgecilerin dilinde Kızılderililer, Siyah Afrikalılar ‘vahşiler‘dir. Kabile tarzı hayat yaşayan kavimler için vahşi tabiri, 1945’ten önce bütün kitaplarda ve filmlerde geçer. Bizim nesil, çocukluğunda, medenî beyazların vahşilerle yaptığı savaş ve mücadelelerin romanlarını okuyup filmlerini alkışlarla seyrederek büyüdü. Yüreğimiz, Beyaz kahramanın zaferi için çarptı!
1950’ye kadar yeryüzünde yalnız iki Zenci devlet vardı: Haiti ve Liberya. Onlar da silme Hıristiyan’dı, ilki Fransızca, ikincisi İngilizce konuşurdu.
Sömürgeciliğin tarihi Sâmi Fenikeliler‘le alfabelerini verdikleri Arî Yunanlılar‘ın Milâd’dan önce ilk 1000 yılda Akdeniz ve Karadeniz’de kurdukları iskelelerle başlatılabilir.
Ancak bugünkü manada sömürgecilik 1500 yılına doğru Portekizliler, akabinde İspanyollar’la başlar. Hollandalılar, İngilizler, Fransızlar, Ruslar, geç tarihlerde Almanlar, İtalyanlar, Belçikalılar sonra gelir. Danimarkalıların, Norveçlilerin, İsveçlilerin de gayretleri vardır. 20. yüzyıla girerken arslan payının sırasıyla İngiltere, Fransa, Rusya ve Hollanda’ya ait bulunduğu görülür.
Hıristiyan Avrupalının Arz’ı sömürgeleştirmekteki utanmaz sınır tanımazlığı, günümüz insanını hayretlere düşürebilir. 1918’de yeryüzünde Hıristiyan olmayan ve sömürge yapılamayan sadece 6 devlet kalmıştı: Türkiye, İran, Afganistan ile Japonya, Çin ve Tayland.
Rus’un Semerkand’da, İngiliz’in Kahire’de, Fransız’ın Fas’ta, Hollanda’nın Cakarta’da, İtalyan’ın Trablus’ta ne işi olduğunun mantıklı cevabı yoktur. İnsanlık için utandırıcı cevapları vardır.
SÖMÜRGE SİSTEMİNİN ÇÖKMESİ
Sömürgecinin, ırkları toptan yok ettiği veya büyük kıyımlara uğrattığı doğrudur. Sömürgeleri iliklerine kadar sömürüp servetlerini anavatana transfer ettiği de gerçektir. Bazıları kendisinden çok daha eski ve üstün medeniyetlere sahip milletlere ikinci sınıf insan muamelesi yaptığı açıktır. 20. yüzyıl, sömürge sisteminin ve zihniyetinin sona ermesi, sömürgelerin bağımsızlıklarına kavuşması ile kapandı. Bugün, egemen milletin, yönetimindeki diğer milliyetleri eritmek, yok etmek veya yok farz etmek politikası olan az devlet kalmıştır. Gerçek bir imparatorluk durumunda bulunan Çin ile İran başlıca örneklerdir.
Rusya Federasyonu, Hindistan Federasyonu gibi çok büyük devletler, içerdikleri bütün milliyetlere eşit hak vererek, sorunu çözümlemek yoluna girmişlerdir. Ama Keşmir Hindistan’dan, Tataristan, Çeçenistan gibi ülkeler Rusya’dan ayrılmak istiyorlar. Tibet ve Doğu Türkistan ise tam bir Çin tahakkümünde bulunuyor.
Kanada, İsviçre gibi birden fazla milliyetin yaşadığı demokrasilerde, birlikte yaşamak arzusu mükemmeldir. Ama meselâ Belçika’da Flamanlar, Fransızca konuşan Valonlar’dan ayrılmayı bahis konusu yapmışlardır.
Hiç sömürgesiz iki imparatorluk, Orta Avrupa ve Tuna üzerinde Avusturya-Macaristan ile 3 kıt’a üzerinde Osmanlı Türkiyesi idi. Kasım 1918’de parçalandılar. Avusturya-Macaristan silme Hristiyan ve büyük çoğunlukla Katolik idi. Osmanlı tecrübesi daha ağırlıklıdır; zira 3 din ve nice mezhepten pek çok milleti bir araya getirmiştir. Osmanlı’nın yerine cihan devleti durumuna yükselen İngiltere bu işi ancak Büyük Britanya adası ile Kuzey İrlanda’da yapabilmiştir. Muazzam sömürgelerinden yalnız Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika’ya dominyon statüsü ile yerinden yönetim hakkı ve sonunda 1931’de tam bağımsızlık vermiştir.
AMERİKA’NIN DEMOKRASİ HAVARİLİĞİ
Sömürgelerin tasfiyesi İkinci Cihan Savaşı’nın bitmesinden başlayarak mümkün oldu. Her iki cihan savaşının yürütülmesinde, bilhassa sonuçlarında kapital hatalar yapan yeni cihan devleti Birleşik Amerika, demokrasi havâriliği ve sömürgelere bağımsızlık ideali ile savaşı bitirdi. Hemen hemen tek sömürgesi ve çok nüfuslu bir Asya ülkesi olan Filipinlere bağımsızlık vererek, insanlık âlemini kurtaracak kaç asırlık ayıptan kurtaracak bu hürriyetçi hareketi başlattı. İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika, Portekiz’in, anavatan nüfuslarından çok fazla insanın yaşadığı sömürgeleri vardı.
Sömürgelerini 1945’i izleyen yıllarda çok başarı ile tasfiye eden İngiltere oldu. Hemen hepsini “Britanya Milletler Topluluğu” (İng. Commonwealth) adı altında topladı. Bugün 200 bağımsız devletin 50 kadarı bu birliğin içindedir. Birliğin tek şeref başkanı hâlâ İngiltere hükümdarıdır. İngiltere hükümdarı, bazı birlik üyesi devletlerin üstelik hâlâ devlet başkanıdır ki başta Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gelir. Birlikte İngilizce çoğunlukla resmî dil, hiç değilse en geçerli dildir.
Cezayir başta olmak üzere çok kan dökerek tasfiyede zorlanan Fransa da Afrika devletlerinde Fransızca’yı geçerli dil bırakarak çekildi. Sömürgelerin sınırları, sömürgeci devletlerce çeşitli faktörlere göre çizildiği için, hemen hiçbiri ihtilâfsız değildir. Sömürgelerin bağımsızlığı aynı zamanda devlet sayısını üçe, hatta dörde katladı. 1918’de 60 bağımsız devlet, 1944’te 71’e 1959’da 99’a, 1974’te 151’e, 1983’te 175’e, bugün 2008’de 201’e çıktı. Buna karşılık başta Avrupa Birliği olmak üzere, tarihin gördüğü en büyük medeniyet ve ittifak projeleri gerçekleşti.