24.12.2008

Abdülhamid'in petrol haritası

Nedense bu harita şimdiye kadar hiç gün yüzüne çıkarılmadı. Türkiye gerçekte bir petrol cenneti mi? Bakın neler var o haritada...

Türkiye'nin altı petrol mü kaynıyor? Yılların şehir efsanesi gerçek olabilir mi? 100 yıl önce Abdülhamid Han’ın petrol haritasında bu sorunun cevabı verilmiş. Star yazarı Aziz Üstel de bu konuyu köşesine taşımış...

Bakın o haritada neler varmış...

Habire tartışır dururuz ya?Türkiye petrol denizi üzerinde mi?Güneydoğu fokur fokur petrol kaynıyor mu? Türkiye petrol dolu ama yabancılar çıkarmamıza izin vermiyor mu?!

ABDÜLHAMİT ARAŞTIRMA YAPTIRMIŞ
Bütün bu soruların yanıtını biri vermiş zaten... Hem de tam 100 yıl önce. Sultan II. Abdülhamid! Özelllikle 19. yüzyılın son çeyreğinde, tüm dünyada gündeme gelen ve ne denli önemli olduğu herkesçe kabul edilen petrol araştırmaları için, Abdülhamid Han, olağanüstü çaba harcamış.

ANADOLU'NUN ALTI PETROL KAYNIYOR
Hazırlattığı, ‘tespit haritasında’, Anadolu’nun neredeyse tamamında, yüksek ölçekte petrol rezervi olduğu saptanmış!

Hazine-i Hassa’dan, yani kendi cebinden, parasını ödeyerek yabancı ve yerli mühendislere Musul ve Bağdat havalisiyle, Dicle ve Fırat nehirleri havzasında petrol taraması yaptırdı.

Alman Maden Mühendisi Paul Groskoph ve Habib Necip Efendi’nin başkanlığındaki araştırma birimi, 22 Ekim 1901’de çalışmalarını Abdülhamid Han’a sundu.

GİZLİDE KALAN HARİTA
Bugüne değin her nedense bir türlü yayınlanmayan bu harita, salt Güneydoğu’nun bilinen noktalarında değil, Hakkari ve Bitlis gibi illerde de petrol bulunabileceğini gösteriyor. Haritayı hazırlayan heyet, Bitlis Suyu denilen çayın kıyısı boyunca, önemli petrol rezervleri saptamış.

Heyet Başkanı Paul Groskoph, petrol noktalarını tek tek tespit ettiklerini aktarırken, izledikleri güzergahı da, ayrıntılı bir biçimde anlatıyor. Petrol havzasını karış karış dolaşan Groskoph, Siirt tarafında ve Dicle Nehri kıyısında zengin petrol rezervleri bulunduğunu vurguluyor.

GÜNEYDOĞU'NUN TAMAMINDA PETROL VAR
Güneydoğu Anadolu’nun neredeyse tamamı ve Doğu Anadolu’nun bir bölümünü kapsayan petrol haritası, Diyarbakır, Mardin, Bismil, Hazro Çayı çevresi, Sinan, Batman Çayı çevresi, Dicle Bölgesi, Midyat, Bedran, Tulan, Siirt, Botan Çayı çevresi, Habur, Fındık, Cizre, Bitlis Çayı kıyısı ve Hakkari’de (Çölemerik) çok önemli petrol yatakları bulunduğunu kaydediyor!!

O HARİTA YAYINLANIYOR
Bu harita sonunda gün yüzüne çıkacak! Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, ‘Osmanlı Döneminde Irak’ adlı kitapta haritayı kamuoyuna sunacak.



Kaynak;
İnternethaber.com
24 Aralık 2008 Çarşamba 14:05

20.12.2008

Osmanlı’da davalar bir günde biterdi!


Osman­lı dü­ze­nin­de he­men tev­zî edil­me­yen ada­let, ada­let­siz­lik sa­yı­lır­dı. Os­man­lı ada­le­ti­nin hız­lı yar­gı şöh­re­ti, dün­ya­ya ya­yıl­mış­tı. İş­te 17-18. yüz­yıl­lar­da İs­veç­li, İn­gi­liz, Fran­sız ya­zar­la­rın şe­ha­det­le­ri (ilk iki­si İs­tan­bul or­ta ve bü­yük el­çi­si olup Pro­tes­tan, so­nun­cu­su Ka­to­lik’tir):
“Os­man­lı ada­le­tin­de 2 ve­ya 3 cel­se az gö­rü­lür. Ek­se­ri da­va­lar tek cel­se­de hük­me bağ­la­nır” (Mo­rad­je­a d’Ohs­son, VI, 204-5).
“En önem­li da­va­lar bir sa­at için­de hük­me bağ­la­nır. Hü­küm, der­hal in­fâz edi­lir. Av­ru­pa’da­ki gi­bi hük­mü ge­cik­ti­re­cek oyun­lar­dan hiç­bi­ri Os­man­lı sis­te­min­de uy­gu­la­na­maz” (Lord Pa­ul Ri­ca­ut, II, 327).
“Dün­ya­nın hiç­bir ye­rin­de da­va­lar, Tür­ki­ye’de­ki ka­dar hız­lı çö­züm­len­mez. Da­va­nın me­de­nî ve­ya ce­za­ya ait ol­ma­sı yar­gı­nın hı­zı­nı kes­mez. En bü­yük da­va­lar 3, ni­ha­yet 4 gün sü­rer” (Stoc­ho­ve, Vo­ya­ge du Le­vant, s.148).
Da­va sa­yı­sı az­dı. Os­man­lı an­cak da­va oluş­tu­ra­cak ko­nu­lar için ka­dı’ya baş­vu­rur­du. Gü­ven­lik kuv­vet­le­ri de an­cak ger­çek suç­lu­yu ka­dı hu­zu­ru­na çı­ka­rır­dı. Ufak te­fek suç­lar için va­tan­da­şa na­si­hat edi­lip bı­ra­kı­lır­dı. Va­tan­daş, ge­nel asa­yi­şi, hu­zu­ru ve ah­lâ­kı ih­lâl eden ha­re­ket­ler­den çok ka­çı­nır­dı. So­kak­ta ba­ğır­mak, baş­ka­sı­nın işi­te­ce­ği yük­sek ses­le ko­nuş­mak ter­bi­ye­siz­lik ve ora­da­ki­le­re say­gı­sız­lık­tı.
An­laş­maz­lık­lar ai­le­ye ait­se, ai­le için­de hal­le­di­lir­di. Son sö­zü ai­le rei­si söy­ler­di. Onun sö­zü­ne ay­kı­rı ha­re­ket hem ne­za­ket­siz­lik, hem gü­nah sa­yı­lır­dı. Ti­ca­rî an­laş­maz­lık­lar es­naf ara­sın­da, es­na­fın üye­si bu­lun­du­ğu lon­ca’nın (sen­di­ka­nın) ket­hu­dâ­sın­ca hal­le­di­lir­di. Hay­ri­ye tüc­câ­rı de­nen ruh­sat­lı bü­yük ih­ra­cat­çı, it­ha­lât­çı, ar­ma­tör züm­re­nin da­va­la­rı­na, se­çim­le ge­len ket­hu­dâ­nın ha­kem­li­ğin­de ça­re ara­nır, ka­bûl et­me­yen ta­raf ka­dı’ya gi­der­di. Ka­dı, baş­vu­ran ta­ci­rin aley­hi­ne hük­me­der­se o tüc­ca­rın mes­lek­taş­la­rı ara­sın­da say­gın­lı­ğı sar­sı­lır­dı.
Ha­kem­lik gö­re­vi ma­hal­le­de mes­cid imâ­mı­na, köy­de muh­ta­ra ait­ti. Köy­lü­nün ka­dı’ya git­me­si an­cak bü­yük da­va­lar için­di. Zi­ra ka­dı, köy­lü­nün bağ­lı bu­lun­du­ğu nâ­hi­ye­de­ki nâ­ib idi ki, öğ­le­den ön­ce yar­gıç­lık ya­par, öğ­le­den son­ra nâ­hi­ye­nin be­le­di­ye iş­le­ri­ne ba­kar­dı. An­cak ka­zâ (il­çe) yar­gıç­la­rı­na ka­dı, san­cak (il) ve eyâ­let ka­dı­la­rı­na mol­la, hep­si­nin ka­ra­rı­nı tem­yi­ze yet­ki­li en bü­yük iki yar­gı­ca -ki İs­tan­bul’da idi- ka­zas­ker de­nir­di (ka­zas­ker pâ­ye­si ve­zîr=ma­re­şal rüt­be­si­ne eşit­ti).
Ka­dı, önü­ne ge­ti­ri­len 1 ak­ça­lık da­va­ya bi­le bak­mak­la yü­küm­lüy­dü. An­cak kü­çük da­va­lar için ka­dı’ya git­mek yü­ce ada­le­te say­gı­sız­lık sa­yı­lır­dı. Zi­ra en kü­çük da­va­da bi­le şe­hâ­det­ler, il­gi­li bel­ge­ler, hü­küm, si­ci­le ge­çi­ri­lir ve mah­ke­me kâ­ti­bi ta­ra­fın­dan son­su­za ka­dar sak­la­nır­dı. 15. yüz­yıl­dan baş­la­yan on bin­ler­ce def­ter hâ­lin­de­ki mah­ke­me si­cil­le­ri, bu­gün Os­man­lı sos­yal ta­ri­hi­nin önem­li kay­nak­la­rı ara­sın­da­dır.
Ah­lâk, ge­le­nek­ler, ai­le ya­pı­sı, di­nî ku­ral­lar, Al­lah kor­ku­su, sağ­lam ve ge­çer­li idi. Ata­türk dev­rin­de (1923-1938) bi­le da­va sa­yı­sı -o za­man­ki nü­fus ora­nı ile de- bu­gün­kü­ne nis­bet­le pek az­dı. Bu­gün Tür­ki­ye, bi­ri­bi­riy­le ve dev­let­le an­laş­maz­lık­lar için­de bir top­lu­mun ül­ke­si gö­rün­tü­sün­de­dir. Üs­te­lik bu­gün yar­gıç, yüz­ler­ce ya­sa­nın yüz­ler­ce mad­de­si ile bağ­lı­dır. Şah­sî ka­na­at yet­ki­si, hem kla­sik Os­man­lı ka­dı­sı­na, hem Ba­tı’da­ki yar­gıç­la­ra nis­bet­le çok az­dır.

ÖR­NEK OS­MAN­LI ASA­Yİ­Şİ
Kla­sik dö­nem­de ve son­ra Tan­zi­mat re­ji­min­de asa­yiş, gü­ven­lik mü­kem­mel­di. Ara dö­nem­ler­de bo­zul­muş­tur. Me­se­lâ Ka­anu­nî Sul­tan Sü­ley­man dev­rin­de (1520-1566) İs­tan­bul’un asa­yi­şi bü­tün Av­ru­pa­lı şa­hit­ler­ce övül­mek­te­dir. İs­tan­bul nü­fu­su ya­rım mil­yo­na yak­laş­mış, dün­ya­nın he­men he­men en ka­la­ba­lık şeh­ri ol­muş­tu. Ci­na­yet or­ta­la­ma­sı yıl­da 1 (bir) idi. Muh­zır de­nen ad­lî po­lis, da­va­nın gö­rü­le­ce­ği cel­se için bü­tün de­lil­le­ri ve şa­hit­le­ri ka­dı’nın hu­zu­ru­na ge­tir­mek­le gö­rev­li idi. Fev­ka­lâ­de ma­aş alan ka­dı, yal­nız öğ­le­den ön­ce yar­gıç­lık ya­pı­yor­du. Öğ­le­den son­ra il­çe­si­nin kay­ma­ka­mı ve be­le­di­ye baş­ka­nı idi (1826’dan ön­ce­ki kla­sik dö­nem). Çok yet­ki­liy­di. Ver­di­ği hü­küm İs­tan­bul’da ka­zas­ker dî­vâ­nın­da bo­zu­lur­sa ter­fî ede­mez, eğer rüş­vet ve ta­raf­tar­lık­la hü­küm ver­di­ği an­la­şı­lır­sa mes­lek­ten çı­ka­rı­lır­dı. Nâ­ib ve ka­dı ol­mak için İs­tan­bul rüû­su de­nen med­re­se­nin en yük­sek dip­lo­ma­sı şart­tı.

ADA­LET TEŞ­Kİ­LA­TI
İs­tan­bul gi­bi ka­la­ba­lık bel­de­ler­de, ge­ce nâ­ib­le­ri var­dı. Meş­hut suç çe­şi­din­den da­va­la­ra ge­ce­nin han­gi saa­tin­de olur­sa ol­sun bak­mak­la gö­rev­li idi­ler. 17. asır­da İs­tan­bul nü­fu­su ban­li­yö­ler ve sa­ray nü­fu­su ile mil­yo­nu geç­ti. İs­tan­bul Efen­di­si de­nen İs­tan­bul be­le­di­ye baş­ka­nı ve en bü­yük yar­gı­cı du­ru­mun­da­ki ka­dı, Di­vân-ı Hü­mâ­yûn de­nen im­pa­ra­tor­luk ba­kan­lar ku­ru­lu top­lan­tı­sı­na çı­kıp söz söy­ler, ba­kan­la­rı ce­vap­lan­dı­rır, fa­kat oy kul­la­na­maz­dı. İki ka­zas­ker (Rû­me­li ve Ana­do­lu), hü­kû­met üye­si idi­ler, oy kul­la­nır­lar­dı. İs­tan­bul’da da­ha 3 mol­la (bü­yük ka­dı) (Eyüb, Ga­la­ta, Üs­kü­dar), bir­kaç ka­dı, 60 ka­dar nâ­ib (sulh yar­gı­cı), bun­la­ra bağ­lı ad­lî po­lis mev­cut­tu.

ANG­LO-SAK­SON SİS­TE­Mİ OS­MAN­LI’YA GÖ­RE DÜ­ZEN­LEN­Dİ
Şöh­re­ti dil­le­re des­tan İn­gil­te­re ada­le­ti, 8. Henry’nin Ka­anû­nî dev­rin­de İs­tan­bul’a ge­lip Os­man­lı ada­let sis­te­mi­ni in­ce­le­yen hu­kuk­çu­la­rı ta­ra­fın­dan dü­zen­len­di. Bu­gün de Ang­lo-Sak­son (İn­gi­liz, Ame­ri­kan vs.) yar­gı sis­te­min­de, hız­lı yar­gı esas­tır. An­cak de­lil ara­yı­şı gi­bi se­bep­ler­le uzun ara­lı cel­se­le­re gi­dil­mek­te­dir ki, ay­nı ge­cik­ti­ri­ci se­bep, is­tis­na ola­rak Os­man­lı sis­te­min­de de var­dır.
1839 Tan­zi­ma­tı ile mo­dern mah­ke­me­ler ku­rul­ma­ya baş­lan­dı. Av­ru­pa ya­sa­la­rı­nın ben­zer­le­ri ya­yın­lan­dı. Hu­kuk fa­kül­te­le­ri açıl­dı. Cum­hu­ri­yet dö­ne­min­de ek­sik­ler gi­de­ri­lip ge­dik­ler ona­rı­la­rak bu­gün­kü hu­kuk ve yar­gı sis­te­mi­miz oluş­tu. Ya­sa­la­rı­mı­zın AB hu­ku­ku­na uy­gun­lu­ğu sağ­la­na­rak yar­gıç­la­rı­mı­zı AB’de­ki mes­lek­taş­la­rı­nın sta­tü­sü­ne eşit­le­mek mut­lak bir za­ru­ret­tir.


Yılmaz Öztuna
20 Aralık 2008 Cumartesi
Kaynak; Türkiye Gazetesi

6.12.2008

Mil­let­le­ri yok eden dü­zen: Sö­mür­ge­ci­lik

Türk milletinin sömürgeci devletlere karşı verdiği İstiklal Savaşı, diğer milletlere de örnek oldu.

Eski­den müs­tem­le­ke, son­ra bu ke­li­me­yi ter­cü­me ede­rek sö­mür­ge de­di­ği­miz ül­ke­le­re Av­ru­pa dil­le­rin­de ko­lo­ni den­miş­tir.
Sö­mür­ge: As­ker­lik, de­niz­ci­lik, po­li­ti­ka, ti­ca­ret ba­kım­la­rın­dan ge­liş­miş bir dev­le­tin ken­di­si­ne ta­ma­men ya­ban­cı bir ül­ke­ye el koy­ma­sı ile el­de edi­len top­rak­tır.
Sö­mür­ge­ci: Ken­di bâ­tıl inan­cı­na gö­re üs­tün dev­le­ti, üs­tün dü­ze­ni, üs­tün ır­kı, üs­tün kül­tü­rü, üs­tün me­de­ni­ye­ti, hat­ta üs­tün di­ni tem­sil et­ti­ği id­di­asın­da­dır. El koy­du­ğu ül­ke­le­rin hal­kı ona gö­re ya doğ­ru­dan doğ­ru­ya vah­şi­ler­dir, ya ge­ri kal­mış mil­li­yet­ler­dir! Sö­mür­ge­ci on­la­ra me­de­ni­yet gö­tür­mek, tek­nik bil­gi ver­mek, sö­mür­ge hal­kı­nı adam et­mek için ça­lı­şır! Ama sö­mür­ge hal­kı­nın ne­den­se adam ol­ma­ya ye­te­ne­ği ya yok­tur, ya çok ek­sik­tir. Zi­ra Hı­ris­ti­yan ol­ma­dı­ğı için inanç­sız­dır! Tes­lîs’e, iman et­mez. Hı­ris­ti­yan ol­du di­ye­lim, de­ri­si­nin ren­gi ma­ale­sef be­yaz de­ğil­dir, ya ka­ra­dır, ya es­mer­dir, ya kı­zıl­dır, ya sa­rı­dır... Sö­mür­ge­ci, böy­le­si­ne bir zih­ni­yet­le gö­zü­ne kes­tir­di­ği top­rak­la­ra ge­lir.

Nİ­ÇİN SÖ­MÜR­GE
Sö­mür­ge­ler, ana­va­ta­nın ham mad­de ih­ti­ya­cı, sa­na­yi­nin ayak­ta du­ra­bil­me­si için kul­la­nı­lır. Stra­te­jik, as­ke­rî, bah­rî amaç­lar­la kul­la­nıl­dı­ğı da olur. Sö­mür­ge hal­kı­nın ba­sit ih­ti­yaç­la­rı, ma­mul mad­de­ler hâ­lin­de ana­va­tan­dan ge­ti­ri­lip fâ­hiş fi­yat­la ve zor­la sa­tı­lır. Sö­mür­ge me­se­lâ Hin­dis­tan gi­bi dün­ya­nın en bü­yük teks­til ül­ke­si ise, o sa­na­yi­i or­ta­dan kal­dır­mak için el­den ge­len ya­pı­lır. Ma­ki­ne ile iş­le­yen, ma­ki­ne­si­ni sü­rek­li ye­ni­le­yen sa­na­yi an­cak sö­mür­ge sa­hi­bi dev­let­te­dir.
Sö­mür­ge­ci, sö­mür­ge hal­kı­nı eğit­me­ye de ça­lı­şır. Ken­di di­li­ni, ede­bi­ya­tı­nı, ta­ri­hi­ni, san’atı­nı, kül­tü­rü­nü ya­yar. Bu eği­tim­de ta­rih ta­ma­men çar­pı­tıl­mış­tır. Me­se­lâ İn­gi­liz­ler ve Fran­sız­lar Arap ve İs­lâm âle­min­de, Rus­lar Tür­kis­tan, Kaf­kas­ya, Vol­ga bo­yun­da Türk­le­ri düş­man mil­let şek­lin­de okut­muş­lar­dır. Os­man­lı‘yı kor­kunç bir em­per­ya­list şek­lin­de gös­ter­miş­ler­dir ki alâ­ka­sı yok­tur. Ama ne­sil­le­ri ze­hir­le­me­yi ba­şar­mış­lar­dır. Sö­mür­ge­ci, ken­di di­ni­ni, mez­he­bi­ni yay­mak için akıl al­maz gay­ret­ler gös­ter­miş­tir. Ama Hı­ris­ti­yan olan Hin­dis­tan­lı, Çin­li, En­do­nez­ya­lı, Af­ri­ka­lı­ya da eşit mu­ame­le yap­ma­ya as­la ya­naş­ma­mış­tır. Zi­ra on­lar de­ri­le­ri­nin ren­gi do­la­yı­sıy­la ikin­ci sı­nıf Hı­ris­ti­yan­lar­dır. Sa­nır­sı­nız ki Haz­ret-i İsa, bir Sâ­mi de­ğil­dir, sa­rı­şın, ma­vi göz­lü bir Ku­zey­li­dir!..
Sö­mür­ge­ci­nin, sö­mür­ge­si hal­kın­da mil­li­yet şu­uru­nun oluş­ma­sın­dan ödü ko­par. Her mil­lî te­za­hü­rü şo­ven­lik, ge­ri­ci­lik, ta­as­sup sa­yar. Mil­li­yet­çi­lik, sa­de­ce sö­mür­ge­ci mil­le­tin te­ke­lin­de­dir.
Sö­mür­ge­ci­le­rin di­lin­de Kı­zıl­de­ri­li­ler, Si­yah Af­ri­ka­lı­lar ‘vah­şi­ler‘dir. Ka­bi­le tar­zı ha­yat ya­şa­yan ka­vim­ler için vah­şi ta­bi­ri, 1945’ten ön­ce bü­tün ki­tap­lar­da ve film­ler­de ge­çer. Bi­zim ne­sil, ço­cuk­lu­ğun­da, me­de­nî be­yaz­la­rın vah­şi­ler­le yap­tı­ğı sa­vaş ve mü­ca­de­le­le­rin ro­man­la­rı­nı oku­yup film­le­ri­ni al­kış­lar­la sey­re­de­rek bü­yü­dü. Yü­re­ği­miz, Be­yaz kah­ra­ma­nın za­fe­ri için çarp­tı!
1950’ye ka­dar yer­yü­zün­de yal­nız iki Zen­ci dev­let var­dı: Hai­ti ve Li­ber­ya. On­lar da sil­me Hı­ris­ti­yan’dı, il­ki Fran­sız­ca, ikin­ci­si İn­gi­liz­ce ko­nu­şur­du.
Sö­mür­ge­ci­li­ğin ta­ri­hi Sâ­mi Fe­ni­ke­li­ler‘le al­fa­be­le­ri­ni ver­dik­le­ri Arî Yu­nan­lı­lar‘ın Mi­lâd’dan ön­ce ilk 1000 yıl­da Ak­de­niz ve Ka­ra­de­niz’de kur­duk­la­rı is­ke­le­ler­le baş­la­tı­la­bi­lir.
An­cak bu­gün­kü ma­na­da sö­mür­ge­ci­lik 1500 yı­lı­na doğ­ru Por­te­kiz­li­ler, aka­bin­de İs­pan­yol­lar’la baş­lar. Hol­lan­da­lı­lar, İn­gi­liz­ler, Fran­sız­lar, Rus­lar, geç ta­rih­ler­de Al­man­lar, İtal­yan­lar, Bel­çi­ka­lı­lar son­ra ge­lir. Da­ni­mar­ka­lı­la­rın, Nor­veç­li­le­rin, İs­veç­li­le­rin de gay­ret­le­ri var­dır. 20. yüz­yı­la gi­rer­ken ars­lan pa­yı­nın sı­ra­sıy­la İn­gil­te­re, Fran­sa, Rus­ya ve Hol­lan­da’ya ait bu­lun­du­ğu gö­rü­lür.
Hı­ris­ti­yan Av­ru­pa­lı­nın Arz’ı sö­mür­ge­leş­tir­mek­te­ki utan­maz sı­nır ta­nı­maz­lı­ğı, gü­nü­müz in­sa­nı­nı hay­ret­le­re dü­şü­re­bi­lir. 1918’de yer­yü­zün­de Hı­ris­ti­yan ol­ma­yan ve sö­mür­ge ya­pı­la­ma­yan sa­de­ce 6 dev­let kal­mış­tı: Tür­ki­ye, İran, Af­ga­nis­tan ile Ja­pon­ya, Çin ve Tay­land.
Rus’un Se­mer­kand’da, İn­gi­liz’in Ka­hi­re’de, Fran­sız’ın Fas’ta, Hol­lan­da’nın Ca­kar­ta’da, İtal­yan’ın Trab­lus’ta ne işi ol­du­ğu­nun man­tık­lı ce­va­bı yok­tur. İn­san­lık için utan­dı­rı­cı ce­vap­la­rı var­dır.

SÖ­MÜR­GE SİS­TE­Mİ­NİN ÇÖK­ME­Sİ
Sö­mür­ge­ci­nin, ırk­la­rı top­tan yok et­ti­ği ve­ya bü­yük kı­yım­la­ra uğ­rat­tı­ğı doğ­ru­dur. Sö­mür­ge­le­ri ilik­le­ri­ne ka­dar sö­mü­rüp ser­vet­le­ri­ni ana­va­ta­na trans­fer et­ti­ği de ger­çek­tir. Ba­zı­la­rı ken­di­sin­den çok da­ha es­ki ve üs­tün me­de­ni­yet­le­re sa­hip mil­let­le­re ikin­ci sı­nıf in­san mu­ame­le­si yap­tı­ğı açık­tır. 20. yüz­yıl, sö­mür­ge sis­te­mi­nin ve zih­ni­ye­ti­nin so­na er­me­si, sö­mür­ge­le­rin ba­ğım­sız­lık­la­rı­na ka­vuş­ma­sı ile ka­pan­dı. Bu­gün, ege­men mil­le­tin, yö­ne­ti­min­de­ki di­ğer mil­li­yet­le­ri erit­mek, yok et­mek ve­ya yok farz et­mek po­li­ti­ka­sı olan az dev­let kal­mış­tır. Ger­çek bir im­pa­ra­tor­luk du­ru­mun­da bu­lu­nan Çin ile İran baş­lı­ca ör­nek­ler­dir.
Rus­ya Fe­de­ras­yo­nu, Hin­dis­tan Fe­de­ras­yo­nu gi­bi çok bü­yük dev­let­ler, içer­dik­le­ri bü­tün mil­li­yet­le­re eşit hak ve­re­rek, so­ru­nu çö­züm­le­mek yo­lu­na gir­miş­ler­dir. Ama Keş­mir Hin­dis­tan’dan, Ta­ta­ris­tan, Çe­çe­nis­tan gi­bi ül­ke­ler Rus­ya’dan ay­rıl­mak is­ti­yor­lar. Ti­bet ve Do­ğu Tür­kis­tan ise tam bir Çin ta­hak­kü­mün­de bu­lu­nu­yor.
Ka­na­da, İs­viç­re gi­bi bir­den faz­la mil­li­ye­tin ya­şa­dı­ğı de­mok­ra­si­ler­de, bir­lik­te ya­şa­mak ar­zu­su mü­kem­mel­dir. Ama me­se­lâ Bel­çi­ka’da Fla­man­lar, Fran­sız­ca ko­nu­şan Va­lon­lar’dan ay­rıl­ma­yı ba­his ko­nu­su yap­mış­lar­dır.
Hiç sö­mür­ge­siz iki im­pa­ra­tor­luk, Or­ta Av­ru­pa ve Tu­na üze­rin­de Avus­tur­ya-Ma­ca­ris­tan ile 3 kıt’a üze­rin­de Os­man­lı Tür­ki­ye­si idi. Ka­sım 1918’de par­ça­lan­dı­lar. Avus­tur­ya-Ma­ca­ris­tan sil­me Hris­ti­yan ve bü­yük ço­ğun­luk­la Ka­to­lik idi. Os­man­lı tec­rü­be­si da­ha ağır­lık­lı­dır; zi­ra 3 din ve ni­ce mez­hep­ten pek çok mil­le­ti bir ara­ya ge­tir­miş­tir. Os­man­lı’nın ye­ri­ne ci­han dev­le­ti du­ru­mu­na yük­se­len İn­gil­te­re bu işi an­cak Bü­yük Bri­tan­ya ada­sı ile Ku­zey İr­lan­da’da ya­pa­bil­miş­tir. Mu­az­zam sö­mür­ge­le­rin­den yal­nız Ka­na­da, Avus­tral­ya, Ye­ni Ze­lan­da, Gü­ney Af­ri­ka’ya do­min­yon sta­tü­sü ile ye­rin­den yö­ne­tim hak­kı ve so­nun­da 1931’de tam ba­ğım­sız­lık ver­miş­tir.

AME­Rİ­KA’NIN DE­MOK­RA­Sİ HA­VA­Rİ­Lİ­Ğİ
Sö­mür­ge­le­rin tas­fi­ye­si İkin­ci Ci­han Sa­va­şı’nın bit­me­sin­den baş­la­ya­rak müm­kün ol­du. Her iki ci­han sa­va­şı­nın yü­rü­tül­me­sin­de, bil­has­sa so­nuç­la­rın­da ka­pi­tal ha­ta­lar ya­pan ye­ni ci­han dev­le­ti Bir­le­şik Ame­ri­ka, de­mok­ra­si ha­vâ­ri­li­ği ve sö­mür­ge­le­re ba­ğım­sız­lık ide­ali ile sa­va­şı bi­tir­di. He­men he­men tek sö­mür­ge­si ve çok nü­fus­lu bir As­ya ül­ke­si olan Fi­li­pin­le­re ba­ğım­sız­lık ve­re­rek, in­san­lık âle­mi­ni kur­ta­ra­cak kaç asır­lık ayıp­tan kur­ta­ra­cak bu hür­ri­yet­çi ha­re­ke­ti baş­lat­tı. İn­gil­te­re, Fran­sa, Hol­lan­da, Bel­çi­ka, Por­te­kiz’in, ana­va­tan nü­fus­la­rın­dan çok faz­la in­sa­nın ya­şa­dı­ğı sö­mür­ge­le­ri var­dı.
Sö­mür­ge­le­ri­ni 1945’i iz­le­yen yıl­lar­da çok ba­şa­rı ile tas­fi­ye eden İn­gil­te­re ol­du. He­men hep­si­ni “Bri­tan­ya Mil­let­ler Top­lu­lu­ğu” (İng. Com­mon­we­alth) adı al­tın­da top­la­dı. Bu­gün 200 ba­ğım­sız dev­le­tin 50 ka­da­rı bu bir­li­ğin için­de­dir. Bir­li­ğin tek şe­ref baş­ka­nı hâ­lâ İn­gil­te­re hü­küm­da­rı­dır. İn­gil­te­re hü­küm­da­rı, ba­zı bir­lik üye­si dev­let­le­rin üs­te­lik hâ­lâ dev­let baş­ka­nı­dır ki baş­ta Ka­na­da, Avus­tral­ya, Ye­ni Ze­lan­da ge­lir. Bir­lik­te İn­gi­liz­ce ço­ğun­luk­la res­mî dil, hiç de­ğil­se en ge­çer­li dil­dir.
Ce­za­yir baş­ta ol­mak üze­re çok kan dö­ke­rek tas­fi­ye­de zor­la­nan Fran­sa da Af­ri­ka dev­let­le­rin­de Fran­sız­ca’yı ge­çer­li dil bı­ra­ka­rak çe­kil­di. Sö­mür­ge­le­rin sı­nır­la­rı, sö­mür­ge­ci dev­let­ler­ce çe­şit­li fak­tör­le­re gö­re çi­zil­di­ği için, he­men hiç­bi­ri ih­ti­lâf­sız de­ğil­dir. Sö­mür­ge­le­rin ba­ğım­sız­lı­ğı ay­nı za­man­da dev­let sa­yı­sı­nı üçe, hat­ta dör­de kat­la­dı. 1918’de 60 ba­ğım­sız dev­let, 1944’te 71’e 1959’da 99’a, 1974’te 151’e, 1983’te 175’e, bu­gün 2008’de 201’e çık­tı. Bu­na kar­şı­lık baş­ta Av­ru­pa Bir­li­ği ol­mak üze­re, ta­ri­hin gör­dü­ğü en bü­yük me­de­ni­yet ve it­ti­fak pro­je­le­ri ger­çek­leş­ti.


Yılmaz Öztuna
Kaynak: Türkiye Gazetesi
06 Aralık 2008 Cumartesi