14.01.2014

Hasan Sabbah(Haşhaşiler)'ın Cemaatine Adam Toplama Taktiği

Başbakan'ın bugünkü "haşhaşi" benzetmesi, Vladimir Bartol'ün Alamut kitabında okuduğum bir bölümü aklıma getirdi. Hasan Sabbah'ın örgütüne yandaş toplarken nasıl bir taktik-strateji izlediği anlatılıyor bu bölümde.
---

“Adam toplarken sakın ha asıl amacımız aklınızdan çıkmasın! Zira şu andan itibaren bir kişinin bile büyük önemi olacaktır. Davamıza katılanların çokluğuna bakıp sakın yanlış düşüncelere kapılmayasınız. Neden bu adam fakir ya da toplumun önde gelenlerinden biri değil. Onu alsam ne olur almasam ne olur diye asla düşünmeyin. Belki o küçük gördüğünüz kişi günün birinde dengeyi lehimize bozacak kişi olabilir. Hiç çekinmeden çabalarınızı sürdürün. İnsanları ikna etmek için her kapıyı çalın. En önemlisi de önce onların güvenini kazanın. Her seferinde aynı yöntemleri denemeyin. Hep farklı taktikler geliştirin. Eğer karşınızdaki inançlı biriyse, Kuran’a sıkı sıkıya bağlıysa ona sizin de aynı derecede inançlı olduğunuzu gösterin. Selçuklu sultanlarının elinde inancın zarar gördüğünü, Bağdat’taki halifenin Selçukluların elinde oyuncak olduğunu anlatın. Eğer size Kahire’deki imamın yabancı bir sahtekâr olduğunu ileri sürerse aynı fikirde olduğunuzu söyleyip Bağdat halifesinin de ondan aşağı kalır yanı olmadığı hususunda ısrarcı olun. Eğer hitap ettiğiniz şahıs Ali sempatizanıysa ya da en azından bu öğretiye hoşgörüyle bakıyorsa işiniz kolay olacaktır. Eğer İranlı atalarıyla gurur duyan biriyse ona hareketimizin arkasında Mısır yönetiminin kesinlikle olmadığını anlatın.

Ama karşınızdaki yerel halk tarafından haksızlığa uğratıldığına inanan bir zatsa bu sefer ona Mısır Fatımileri yönetime gelirse tüm haksızlıkların son bulacağından bahsedin. Eğer gizliden, hatta alenen Kuran’la ve dini konularla alay eden zeki bir adamla karşılaşırsanız ona İsmaili öğretisinin tamamen özgür düşünce temelleri üzerine bina edildiğini, yedi imam öğretisinin yalnızca cahil yığınlara uzatılan bir yem olduğunu anlatın. Herkesle kendi kişiliğine ve düşüncelerine uygun biçimde konuşup zihinlerinde kurulu düzenin işleyişiyle ilgili kuşkular uyandırmaya çalışın. Aynı zamanda da alçakgönüllü olup azla yetinen biri olduğunuzu gösterin. O an hangi düşünce tarzını savunuyorsanız ona uygun davranın. Karşınızdakinin mertebesine dikkat ederek geleneklerine göreneklerine saygı gösterin. Tüm bunlar ikna etmeye çalıştığınız kişiyi etkileyecektir. Ne kadar görmüş geçirmiş biri olursa olsun üzerinde onu tek gerçek yola sevk edecek vasıfta bir ağırlığınız olduğuna ikna olmalı. Bu şekilde güven tesis ettikten sonra planınızın ikinci aşamasına geçebilirsiniz.

Dünyada adalet sağlamak ve yabancı hükümdarları görevlerinden uzaklaştırmak amacı güden dini bir tarikata mensup olduğunuzu anlatın. Kafasını iyice karıştırıncaya dek ateşli tartışmalara girin, merakını körükleyin; gizemli, sırlara vakıf biri gibi görünün. Sonra da söyleyeceklerinizi kimseye anlatmayacağına dair yemin ettirip yedi imam öğretisinden bahsedin. Eğer Kuran’a inanıyorsa inancını zedeleyin. Sonra da davamızdan ve sultana saldırmak üzere hazırda bekleyen muhteşem ordumuzdan bahsedin. Bir kez daha yemin ettirip, Alamut’ta etrafında on binlerce müridin toplandığı büyük bir peygamber olduğunu anlatın. Böylece onu iyiden iyiye şaşkına çevirmiş olacaksınız. Eğer varlıklı biriyse ya da en azından hali vakti yerindeyse ondan kendini davaya katılmış hissetmesi için büyük miktarda bağış alın. Çünkü insanların uğruna para ödedikleri işlere daha fazla bağlandıkları tecrübeyle sabittir. Onlardan topladığınız bu paraları, size katılan fakirlere dağıtın. Yalnız dizginlerini elinizde tutmak için bu dağıtma işini mümkün olduğunca uzun aralıklarla yapın. Onlara bu paraların İsmaili davasının Yüce Efendisinin verdiği ön mükâfat olduğunu söyleyin. Kişiyi iyice ikna ettikten sonra ağınızı daha sık örmeye başlayabilirsiniz. Ona yeminini bozanları bekleyen korkunç cezalardan, Efendimizin mübarek yaşamından ve gösterdiği mucizelerden bahsedin. Aynı yerleri tekrar tekrar ziyaret edin. Ve asla bir tek kişiyi bile küçümsemeyin. Efendimizin de buyurduğu üzere hiç kimse davamıza hizmet edemeyecek kadar önemsiz değildir."


Alıntı Şuradan: Vladimir Bartol, “Alamut” Koridor Yayıncılık.

7.12.2011

Şaibeli kazada şaşırtan iddia

Yazıcıoğlu ailesinin avukatı Selami Ekici, ortaya çıkan yeni bulgulara göre kaza sonrasında kendine ilk gelenin merhum Muhsin Yazıcıoğlu olduğunu iddia etti.

Ekici, gazeteci İsmail Güneş’in helikopter düşmeden önce çektiği fotoğraflarda Yazıcıoğlu’nun emniyet kemeri takarken görüldüğüne dikkat çekerek, şunları söyledi:

“Soruşturma dosyasında Muhsin başkanımızın helikopterin 7 metre uzağında bulunduğu belirtiliyor. Ancak, helikopterin düştüğü andaki konumu ile rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun 7 metre değil en az 50 metre uzaklıkta olduğu açıkça bellidir.”

Muhsin Yazıcıoğlu’nun eşi Gülefer Yazıcıoğlu da aynı bilgiye ulaştıklarını ifade ederek şunları kaydetti:

“Helikopter düştüğünde ilk kendisine gelen Muhsin başkandı. Çünkü kendisinin bulunma yeri helikopterin uzağındaydı. Öyle zannediyorum ki, helikopter düştüğü sırada emniyet kemerini çözüp kendisini dışarı atıp gidebileceği yere kadar gitmeye çalışmış.”

‘HELİKOPTER DÜŞTÜĞÜNDE YAZICIOĞLU SAVRULMADI’

25 Mart 2009 tarihinde Kahramanmaraş Çağlayancerit’ten, Yozgat Yerköy istikametine gitmek için havalanan helikopterin düşmesiyle ilgili sır perdesi aralanmaya devam ediyor. 15.03’te düşen helikopterde bugüne kadar ilk kendisine gelenin İsmail Güneş olduğu zannediliyordu. Gerek ortaya çıkan Güneş’in çektiği fotoğraflar ve gerekse Muhsin Yazıcıoğlu’nun enkazdan uzakta bir yerde bulunması bu bilgiyi yalanlıyor. Söz konusu fotoğrafları Cihan Haber Ajansı (Cihan)’na değerlendiren Gülefer Yazıcıoğlu’nun avukatı Selami Ekici, Muhsin Yazıcıoğlu’nun emniyet kemerinin takılı olmasının çok önemli bir bilgi olduğunu belirtti. Ekici, şöyle devam etti:

“Rahmetli şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu’nun kazadan 7, 8 dakika önce çekilmiş son fotoğraflarında emniyet kemerinin takılı olduğu görülmektedir. Bu da bizi rahmetli şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterden olay anında savrulmadığı, emniyet kemerinin sağlamış olduğu korumaya sahip olduğu sonucuna götürmektedir.”

‘YAZICIOĞLU, HELİKOPTERİN EN AZ 50 METRE UZAĞINDA BULUNDU’

Dosyadaki bilgilere göre Muhsin Yazıcıoğlu’nun, helikopterin 7 metre uzağında bulunduğunu söyleyen Selami Ekici, aslında bu mesafenin 7 metre değil, 50 metre civarında olduğunu dile getirdi. Ekici enkazın kaymış olabileceğini belirterek şu açıklamayı yaptı: “Helikopterin ilk düştüğü yer ile enkazın köylüler tarafından bulunduğu yer ve daha sonra naaşların bulunduğu ayrıca görüntülenen yer arasında ciddi mesafe farklılıklarının olduğu bilinmektedir. Olay yerinin çok dik bir yamaç olması nedeniyle enkazın kaymış olduğu bir gerçektir. Bu durum bazı görüntülerde de açıkça beli olmaktadır. Helikopterin düştüğü andaki konumu ile rahmetli şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu’nun 7 metre değil de helikopterin en az 50 metre civarında uzaklıkta olduğu açıkça belli olmaktadır.”

‘HELİKOPTER DÜŞTÜĞÜNDE MUHSİN BAŞKAN’IN BİLİNCİ AÇIKTI’

Selami Ekici, Muhsin Yazıcıoğlu’nun olay yerinden uzaklaşmaya çalıştığını ve bilincinin açık olduğunu belirtti. Ekici, “Konunun hassas olması nedeniyle ayrıntılara girmemekle birlikte, bulunuş şekli itibariyle rahmetli şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu’nun, otopsideki yaralanmalar da dikkate alındığında olay yerinden uzaklaşmaya çalıştığı çok açık bir şekilde belli olmaktadır. Helikopterin dışında bulunması, başkanın, helikopter düştükten sonra yaşadığı ve olayın zararlarını gidermek açısından olay yerinden uzaklaşması gerektiğini bilecek kadar bilincinin açık olduğunu gösteriyor. Ayrıca İstanbul Adli Tıp kurumunun karbonmonoksit ile ilgili yaptığı tespitle birlikte düşünüldüğünde bu durum daha önem kazanmaktadır.” ifadelerini kullandı.

‘SON FOTOĞRAF HELİKOPTER DÜŞERKEN ÇEKİLMİŞ OLABİLİR’

Selami Ekici, İsmail Güneş’in fotoğraf makinesinden çıkan fotoğraflar ile ilgili şu tespitlerde bulundu:

“Helikopterin Çağlayancerit’ten havalandığı saat 14.35 ile tahmini olay saati olan 15.03 arasındaki 28 dakikalık zaman diliminde çekilen 18 adet fotoğrafın bir anlamı olmalıdır. Nitekim fotoğraf makinesindeki saat 15.00’te çekildiği anlaşılan ve beyaz zemin üzerinde hafif lekelerin olduğu fotoğrafın ya helikopterin düşme anında ya da yere çok yakın bir konumda olduğu sırada çekildiği anlaşılmaktadır.”

‘ÇEKİÇ GÜCE VE 28 ŞUBATÇILARA TAVIR ALAN YAZICIOĞLU NEDEN YAŞATILSIN?’

1991 yapımı Oliver Stone imzasını taşıyan JFK filmine gönderme yapan Ekici, “Bu olayın aydınlanmasının milletimizin geleceği açısından önemli olduğunu düşünüyoruz. Çünkü Muhsin Yazıcıoğlu milli iradenin ve demokrasimizin gelişmesi için mücadele vermiş bir insandı. Olayın aydınlanması vatanı ve milleti için mücadele veren iyi insanların artık şüpheli olaylarla ortadan kaldırılmasının önüne geçilmesine vesile olacaktır. 1993 yılında Çekiç Güç'e karşı tavır alan, 28 Şubat sürecinde anti demokratik yapılara karşı savaş açan, milletin vicdanın sesi olan ve bu çizgisini şehit olduğu güne kadar sürdüren vatanı ve milleti için dürüstçe mücadele veren iyi bir insan neden suikaste uğramamış olsun? Rahmetli şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu’nun dosyasını takip ederken, 1991 yapımı ABD Başkanı Kennedy’nin suikastını aydınlatmak için mücadele veren bir savcının hayatını konu alan JFK filmini izledim. Oradaki benzerlikler ve parelilikleri çok dikkat çekici bulduğumu söylemek isterim.” dedi.

GÜLEFER YAZICIOĞLU: GİDEBİLECEĞİ YERE KADAR GİTMEYE ÇALIŞMIŞ

Cihan Haber Ajansı’na konuşan Gülefer Yazıcıoğlu da net bilgiler verdi. Gülefer Yazıcıoğlu, “Helikopter düştüğünde ilk kendisine gelen Muhsin başkandı. Çünkü kendisinin bulunma yeri helikopterin uzağındaydı. Öyle zannediyorum ki, helikopter düştüğü sırada emniyet kemerini çözüp kendisini dışarı atıp gidebileceği yere kadar gitmeye çalışmış.” dedi.



Kaynak : İnternethaber.com

Turgut Özal'a suikast girişimini oğlu Ahmet Özal ilk kez açıkladı.

Bir döneme damgasını vuran rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın büyük oğlu, siyasetçi ve işadamı Ahmet Özal'la İzzet Çapa'ya ropörtaj verdi.

Ahmet Özal, ropörtajında Turgut Özal'ın ölümünden kısa bir süre önce atlattığı bir tehlikeyi açıkladı. Yaşadıkları korku dolu anlar için "Eşref Bitlis" suikasti örneğini gösteren Ahmet Özal, bir uçağın iki motorun aynı anda durmasının mümkün olmadığını ve bir sabotajla karşı karşıya kaldıklarını şu sözlerle anlattı.

"ABD'den mühendisler geldi. İki kablo birbirine sürtmüş, kısa devre yapmış.60 milyon dolarlık uçakta öyle aptal bir şey olmaz. Belli ki birisi oynamış kablolarla! Eşref Bitlis'in olayına benziyor. Eşref Bitlis'in uçağının motorları 10 saniye arayla duruyor. O uçağın bir motorunun durma ihtimali 13 milyon saatte birdir. İki motorun bir anda durma ihtimali yok. Aynı anda duruyor."

Sadece bir bölümü Habertürk'de yayımlanan çarpıcı ropörtajda Ahmet Özal'ın suikast iddialarına ilişkin bölümleri sizin için özetledik:

"İLK KEZ AÇIKLADIĞIM SUİKAST GİRİŞİMİ"

Bana güveni vardı. Mesela önemli bir konuşma yapacağı zaman, muhakkak arar Ankara'ya çağırırdı, üzerinde beraber çalışalım diye. Babamla bir uçak kazası geçirdik, oradan biliyorum ne kadar güvendiğini. Hangi kaza bu? 1987'deki suikast girişiminden hemen önce Başbakanlık uçağıyla İstanbul'dan Ankara'ya gideceğiz. Ölümünden sonra o kaza da incelenmeye alındı.

O zaman anlamamıştık, şimdi fark ediyoruz. Uçak Gulfstream'di. Özel uçakların Rolls Royce'udur. Uçağa önceden girdim, babam da gazetecilerle VIP salonunda. Uçakta kaptan pilot, ikinci pilot, hostes ve ben varız. Motorlar çalışırken uçağın ışıkları bir anda gitti. İkinci pilot kalktı düğmelere bastı, ışıklar geldi. "Ne oldu" dedi pilota. O da "Sigortalar efendim önemli değil" dedi.

Uçakta 13 kişiyiz. Büyükada üstündeyiz. Yine gitti ışıklar. Düğmeye bastılar ışıklar geldi. Babama "Uçağı geri döndüreceğim" dedim. "Nasıl biliyorsan öyle yap" dedi.

BİR ANDA SOL MOTOR PATLADI

Ciddi bir tehlike var mıydı? Kaptan pilota döndüm, hâlâ "Bir şey yok Ankara'da baktırırız" diyor. "Kardeşim uçakta Başbakan var, şakası yok geri dön" deyince döndü. Bir anda sağ motor "bam" dedi gitti. Sol motor zorlanmaya başladı.

İlk suikast girişiminden ne kadar önce oluyor bu? Kısa bir süre önce. Uçak da otomatik pilottan çıktı, kapaklandı, biz aşağıya denize doğru gidiyoruz diklemesine. Bir anda dumana boğulduk, göstergeler gitti, telsizler çalışmıyor.

UÇAKTA MÜTHİŞ PANİK

Herkes çığlık çığlığa, camdan bakıyorum uçak denize doğru iniyor. Babam karşımda. Onun yanında da acil çıkış kapısı vardı. Uçak denize inerse 20 dakika suyun üzerinde yüzer. İnerse kapıyı açar, babamı dışarı iter kurtarırım diyorum. Hostes düştü bayıldı, orada midesi delinmiş kızın.

Turgut Bey ne yapıyor? Gazete okuyordu. Işıklar sönünce bıraktı. İlk defa öyle bağırırken gördüm. "Herkes yerine otursun, Allah'ın dediği olur." Ardından herkes sakinleşti. Uçak pistin ucuna vurdu, tekerler patladı, durdu. Dumanlar çıkıyor uçaktan, pistin ortasındayız.

Haberleşme olmadığı için kulenin de durumdan haberi yok herhalde? Yok. Gece karanlık. Her an uçak inebilir üzerimize. Kaptan pilot "Herkes çıksın patlayacak" diye bağırdı ama kapı açılmıyor. Kabin basıncıyla dışarısı eşit değil. Koşup kargoyu açtılar. Kargo kapısı yerden yüksektir. 2.5 metre yüksek, yer beton. Korumalar atladı. Babamı omuzlardan tutarak indirdiler. Ondan sonra da herkes sıraya girdi. Tam korku filmi gibi. Bu arada arka kapı açılınca kabin basıncı eşitlendi. Normal kapıyı açtım.

İŞTE O SABOTAJ

ABD'den mühendisler geldi. İki kablo birbirine sürtmüş, kısa devre yapmış. 60 milyon dolarlık uçakta öyle aptal bir şey olmaz. Belli ki birisi oynamış kablolarla! Fakat o gün es geçildi, raporda ne diyor biliyor musun? "Bu durumda, uçağın infilak etmeme oranı yüzde 5!" O zaman ciddiye alınmadı.

Eşref Bitlis'in olayına benziyor. Eşref Bitlis'in uçağının motorları 10 saniye arayla duruyor. O uçağın bir motorunun durma ihtimali 13 milyon saatte birdir. İki motorun bir anda durma ihtimali yok. Aynı anda duruyor.

İŞTE O GÜNÜN TANIKLARI...

Uçakta 13 kişi vardı. Mesela Koruma Müdürü Musa Öztürk ve Özel Kalem Müdürü Tevfik Ertürk.

ARKASINDAN İLGİNÇ ŞEYLER ÇIKACAK

Turgut Bey'in ölümü ile ilgili hazırlanan yeni rapor yakında bitecek. Ölümü çok karışıktı. Suikastlar da öyle... Çok ilginç şeyler çıkacak her şeyin arkasından. Türkiye artık yakın tarihle yüzleşiyor.

Hiç ummadığımız insanlar çıkabilir mi arkasından? Çıkacak tabii ki.



Kaynak : internethaber.com

17.11.2011

Her Şeyi Bilen Terlikli Çocuk



Soğuk savaş yıllarında uzaya gitme yarışı devam ederken birbirine gol atmak isteyen Amerika ile Rusya sürekli bir yarış halindeydi. Ardı ardına geliştirilen yeni teknolojiler, uzay çalışmaları savaşa dair her unsuru taşıyan ama konvansiyonel bir savaş olmayan bu çatışmada üstün hale gelebilmek içindi.

Bu üstünlük taslama yarışında büyük paralar harcandı. Örneğin Nasa sadece sıfır yerçekimi ortamında yazmayı sağlayan "Zero-G" adı verilen kalem ve ilgili projeleri geliştirmeye 12 milyar dolar kaynak harcadı. Anlayış farklılığına gelecek olursak aynı sorunu Rusya sadece kurşun kalem kullanarak çözmüştü.

Bu yarışta insanlık iki farklı ülkeden çok, iki farklı anlayış ile karşılaştı. Amerika geniş bir vizyonla çok büyük paralar harcayarak teknoloji geliştirip sadece uzayda yazabilen bir kalemi değil, teknoloji ile ilgili bir çok farklı buluşun da kapısını araladı.

İnovasyon odaklı bu bakış açısı Amerika'ya daha bir çok avantaj kazandırdı. Rusya, düşmanlığı bulunan Çeçen'leri eli silahlı adamlar gönderip öldürtürken, Amerika sadece bilgisayar ve internet kullanarak insanları örgütleyip Arap ülkelerinde rejimleri değiştirebiliyor. Rusya'nın günümüzde bile Amerika'ya gönderdiği orada senelerdir yaşayan ajanları tespit edilip sınırdışı edilirken, Amerika Facebook sayesinde tüm dünyanın kişisel bilgileri, yaşamı ve alışkanlıkları hakkında her türlü bilgiye sahip. Kurşun kalem ile çözülebilecek bir iş için milyarlarca dolar harcayan Amerika önce Carnivore, sonra Echelon sistemleriyle tüm dünyayı izlemenin yeterince efektif olmayacağının farkına vardı. Böylece her detaya mükemmellikle şekil verip milyar dolarlar yardımıyla Facebook efsanesini yarattı. Öyle ya, birini izlemek için kişisel bilgilerini kendi rızasıyla vermesini sağlamaktan daha ikna edici ne olabilirdi ki?

Facebook 3 öğrenci tarafından adeta CIA'in çiftliği olan Harvard Üniversitesinde kuruldu. Kısa sürede irili ufaklı yatırım alan proje ilk ciddi finasmanı olan 13 milyon dolar Accel Partners, James Breyer tarafından sağladı. Accel'in yöneticisi James Breyer aynı zamanda bir CIA firması olan In-Q-Tel firmasının yöneticisi.

CIA 1999 yılında In-Q-Tel firmasını kurduğunda firmanın ana faliyet konuları arasında veri ambarı hizmetleri, veri madenciliği, veri sınıflandırması, veri depolama teknikleri gibi tam da Facebook üzerinde gerçekleştirilen istihbarat ve veri işleme teknikleri yer alıyordu. Facebook'un ana yatırımcısının birlikte çalıştığı insanlar da ilgi çekici. Dr. Anita Jones, James Breyer ile çalışmadan önce Amerika Savunma Bakanlığında yöneticiydi. Aynı zamanda Defence Advanced Research Project Agency (DARPA) isimli devlet kuruluşunda ise danışman. DARPA, Pentagon tarafından kurulan ve Amerika Savunma Bakanlığına bağlı teknoloji projeleri üreten bir birim. Bu birim Internet'i yaratan teknolojileri de geliştirmişti.

Sabırla ve milyarlarca dolar harcanarak şekillendirilen bu geniş organizasyon şemasında net olarak Facebook projesinden sorumlu departmanı bulmak pek zor değil. DARPA'nın Information Awareness Office (IAO) departmanın görev tanımı şöyle; "IAO'nun misyonu internet iletişimi, kredi kartı alışveriş detayları, havayolu biletleri, otomobil kiralama kayıtları, hastane kayıtları, eğitim geçmişi, ehliyet bilgileri, vergi ödemeleri ve diğer sınıflandırılmış bilgileri gerektiği şekilde toplamak, saklamak ve işlemektir".

Halen herşeyin terlik giyen yahudi bir çocuğun parlak fikriyle başladığını düşünüyorsanız, buradan bakınca iyi niyetiniz oldukça sempatik gözüküyor.

Social Network filminde de yer alan bir anektod ile bitirelim. Facebook projesinin başlarında Mark Zuckenberg bir arkadaşına "Harvard’dan birisiyle ilgili bilgi istiyorsan bana sorman yeterli" diyor. Arkadaşı "neden?" dediğinde Mark'ın cevabı;

“Kendileri verdi, sebebini bilmiyorum ama bana güvendi aptallar!”

Kaynak: Tamer Şahin

23.01.2011

F klavyeye dönüş

Hükümet, okullar dahil tüm kamu kurumlarında F klavye kullanılması zorunluluğu için düğmeye bastı.


Okullar dahil kamu kurumlarındaki bilgisayarlarda sadece F klavye kullanılmasına yönelik çalışma başlatıldı.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Erdem, okul ve kamu kurumlarında F klavye kullanımını zorunlu kılmayı planladıklarını açıkladı.

Sivas'taki temasları kapsamında genel başkanlığını yaptığı Dil ve Edebiyat Derneğinin şube başkanlığını ziyaret eden Erdem, bilgisayarda F klavye kullanımının yaygınlaşmasının önemli olduğunu söyledi.

Okullarda F klavyeyi öğretmeye, kamu kurum ve kuruluşlarında da F klavye kullanmayı mecbur etmeye yönelik çalışmalarının olduğunu ifade eden Erdem, okul ve kamu kuruluşları dışındakilerin F veya Q klavye kullanabileceğini kaydetti.

Kaynak; internethaber.com

12.01.2011

Nickholas Rockefeller; "Biz Yeni Dünya Düzeni'nin sahipleriyiz.!"


Yahudi Yönetmen Aaron Russo'nun Nicholas Rockefeller hakkındaki açıklamaları... Aaron Russo bu açıklamalarından 6 ay sonra hayatını kaybetmiştir.
Vidyoyu göremeyenler için link; http://www.youtube.com/watch?v=RLp7X-dJEk4

25.03.2010

Doğu'da asimilasyon devam ediyor...

Doğu ve Güneydoğu’da asimilasyon süreci 400 yıldır devam ediyor.

İnsanlar, dillerini, kültürlerini, adetlerini unutmuşlar.
Demografik yapı, geçen bu 400 yıl içinde, hep bir tarafın lehine gelişmiş.
Farklılıklar ortadan kaldırılıp, şimdiki mevcut duruma ulaşılıncaya kadar devem etmiş bu asimilasyon.
Dün Ankara’da Urfa İli ile ilgili bir rapor geçti elime.
1600 lü yıllarda Urfa’da bulunan aşiretlerin içinde 630 tanesi Türkmen Aşireti, 128 tanesi Kürt Aşireti. 8 tane de Arap Aşireti var aralarında.

Peki, şimdi kalan aşiretlerden kaçı Türk, bu aşiretlerin?
1600 lü yıllarda var olan Arap aşiretlerinin sayısı kadar mevcut mudur?
- Sanmıyorum.

Ya 93 Harbinden sonra Doğu ve Güneydoğu’da iskân edilen Balkan Göçmenleri’ne ne oldu?
Tamamı Batı’ya mı göç ettiler tekrar?
Balkanlar konusundaki araştırmaları ile ünlü Tarihçi-Yazar Yıldırım Ağanoğlu’nun Göç adlı eserinde, Osmanlı-Avusturya Savaşı’ndan başlayarak, Balkan Harbi sonrasında da devam eden göçler esnasında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yüz binlerce Balkan Göçmeni iskân edilmiş.
Dikkatimi çeken bir şey olmuştu.

Sadece Bitlis’e, 1200 aile iskân edilmiş o süreçte.
Bitlis’te Hizan Şıhı, Gavs Hazretleri’nin torunu, Eski Devlet Bakanı Edip Safder Gaydalı’ya sormuştum birlikte yaptığımız Bitlis ziyaretlerinin birinde.

- Nerelere yerleştiler, nerededir bu Balkan Göçmenleri? diye.
Cevabı çok açık ve yalındı.

- Hiç kimse kalmadı onlardan. Zira hepsi de Kürt oldular.
Yani diyor ki Gaydalı, Kürtleştirildiler onlar.

Bu Urfa’da ve Doğu’daki Türkmen Aşiretleri için de, o bölgeye iskân edilen Balkan Göçmenleri için de geçerli.

Yani asimilasyon gerçeği gün gibi ortada.
Asimilasyona uğrayıp Kürtleştirilen Türker var.

Toplumda koparılan yaygaranın aksine, Kürtçülerin bağırıp çağırmalarının aksine, asimilasyona uğrayan Kürtler değil, Türkler.

Gerçekten uğramamış olsalardı Türkler asimilasyona, bölgedeki demografik yapının, bugünün tam aksine bir durum seyredeceğini söylemek yanlış olmaz.
Eski Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu’na sorun bakın, bugün kendisini Kürtçü Politikalara adayan, kökleri Türk olan ama asimile edilerek Kürtleştirilen kaç siyasetçi var.
Böyle bir araştırmaya asla yanaşmaz bu Kürtçü siyasetçiler. Zira ellerindeki sermaye kaybolur.

***
İsveç Parlamentosu’nun Ermeni Soykırımı’nı tanımasının ardından Büyükelçimiz Korutürk’ün geri çağrılması karşısında ne olacağını soran dostlarıma demiştim ki;
- Hiçbir şey olmaz. Tıpış tıpış geri gönderirler Büyükelçi’yi.
Dünkü açıklamalarına bakılırsa, Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Stockholm Büyükelçisi Zergün Korutürk'ün en geç hafta başı İsveç'e geri döneceğini ifade etmiş.

Peki, biz neden çağırdık Büyükelçi’yi, şimdi neden gönderiyoruz?
İsveç Parlamentosu, verdiği kararı geri mi aldı ki Büyükelçi geri gidiyor?
-Tabii ki hayır.

İsveç, verdiği karardan dönmediği gibi, yapılan bu protestoyu kaile bile almadı.
Elinizdeki kozu her daim kullanırsanız, o koz, koz olmaktan çıkar, bu örnekte olduğu gibi.
Türk Dış Politikası, bu dönemde olduğu kadar, hiçbir dönem, bu kadar acemice manevralarla şahsiyetsizleştirilmemişti.

“Attığın taş, ürküttüğün kuşa değmeli” diye dilimize yerleşmiş bir söz var.
Değecek kuş yakalasak da bir gün, elimizde atacak taş kalmayacak acemi politikacılar sayesinde bu gidişle.

Kaynak;
Lütfü TÜRKKAN
internethber.com