
Osmanlı düzeninde hemen tevzî edilmeyen adalet, adaletsizlik sayılırdı. Osmanlı adaletinin hızlı yargı şöhreti, dünyaya yayılmıştı. İşte 17-18. yüzyıllarda İsveçli, İngiliz, Fransız yazarların şehadetleri (ilk ikisi İstanbul orta ve büyük elçisi olup Protestan, sonuncusu Katolik’tir):
“Osmanlı adaletinde 2 veya 3 celse az görülür. Ekseri davalar tek celsede hükme bağlanır” (Moradjea d’Ohsson, VI, 204-5).
“En önemli davalar bir saat içinde hükme bağlanır. Hüküm, derhal infâz edilir. Avrupa’daki gibi hükmü geciktirecek oyunlardan hiçbiri Osmanlı sisteminde uygulanamaz” (Lord Paul Ricaut, II, 327).
“Dünyanın hiçbir yerinde davalar, Türkiye’deki kadar hızlı çözümlenmez. Davanın medenî veya cezaya ait olması yargının hızını kesmez. En büyük davalar 3, nihayet 4 gün sürer” (Stochove, Voyage du Levant, s.148).
Dava sayısı azdı. Osmanlı ancak dava oluşturacak konular için kadı’ya başvururdu. Güvenlik kuvvetleri de ancak gerçek suçluyu kadı huzuruna çıkarırdı. Ufak tefek suçlar için vatandaşa nasihat edilip bırakılırdı. Vatandaş, genel asayişi, huzuru ve ahlâkı ihlâl eden hareketlerden çok kaçınırdı. Sokakta bağırmak, başkasının işiteceği yüksek sesle konuşmak terbiyesizlik ve oradakilere saygısızlıktı.
Anlaşmazlıklar aileye aitse, aile içinde halledilirdi. Son sözü aile reisi söylerdi. Onun sözüne aykırı hareket hem nezaketsizlik, hem günah sayılırdı. Ticarî anlaşmazlıklar esnaf arasında, esnafın üyesi bulunduğu lonca’nın (sendikanın) kethudâsınca halledilirdi. Hayriye tüccârı denen ruhsatlı büyük ihracatçı, ithalâtçı, armatör zümrenin davalarına, seçimle gelen kethudânın hakemliğinde çare aranır, kabûl etmeyen taraf kadı’ya giderdi. Kadı, başvuran tacirin aleyhine hükmederse o tüccarın meslektaşları arasında saygınlığı sarsılırdı.
Hakemlik görevi mahallede mescid imâmına, köyde muhtara aitti. Köylünün kadı’ya gitmesi ancak büyük davalar içindi. Zira kadı, köylünün bağlı bulunduğu nâhiyedeki nâib idi ki, öğleden önce yargıçlık yapar, öğleden sonra nâhiyenin belediye işlerine bakardı. Ancak kazâ (ilçe) yargıçlarına kadı, sancak (il) ve eyâlet kadılarına molla, hepsinin kararını temyize yetkili en büyük iki yargıca -ki İstanbul’da idi- kazasker denirdi (kazasker pâyesi vezîr=mareşal rütbesine eşitti).
Kadı, önüne getirilen 1 akçalık davaya bile bakmakla yükümlüydü. Ancak küçük davalar için kadı’ya gitmek yüce adalete saygısızlık sayılırdı. Zira en küçük davada bile şehâdetler, ilgili belgeler, hüküm, sicile geçirilir ve mahkeme kâtibi tarafından sonsuza kadar saklanırdı. 15. yüzyıldan başlayan on binlerce defter hâlindeki mahkeme sicilleri, bugün Osmanlı sosyal tarihinin önemli kaynakları arasındadır.
Ahlâk, gelenekler, aile yapısı, dinî kurallar, Allah korkusu, sağlam ve geçerli idi. Atatürk devrinde (1923-1938) bile dava sayısı -o zamanki nüfus oranı ile de- bugünküne nisbetle pek azdı. Bugün Türkiye, biribiriyle ve devletle anlaşmazlıklar içinde bir toplumun ülkesi görüntüsündedir. Üstelik bugün yargıç, yüzlerce yasanın yüzlerce maddesi ile bağlıdır. Şahsî kanaat yetkisi, hem klasik Osmanlı kadısına, hem Batı’daki yargıçlara nisbetle çok azdır.
ÖRNEK OSMANLI ASAYİŞİ
Klasik dönemde ve sonra Tanzimat rejiminde asayiş, güvenlik mükemmeldi. Ara dönemlerde bozulmuştur. Meselâ Kaanunî Sultan Süleyman devrinde (1520-1566) İstanbul’un asayişi bütün Avrupalı şahitlerce övülmektedir. İstanbul nüfusu yarım milyona yaklaşmış, dünyanın hemen hemen en kalabalık şehri olmuştu. Cinayet ortalaması yılda 1 (bir) idi. Muhzır denen adlî polis, davanın görüleceği celse için bütün delilleri ve şahitleri kadı’nın huzuruna getirmekle görevli idi. Fevkalâde maaş alan kadı, yalnız öğleden önce yargıçlık yapıyordu. Öğleden sonra ilçesinin kaymakamı ve belediye başkanı idi (1826’dan önceki klasik dönem). Çok yetkiliydi. Verdiği hüküm İstanbul’da kazasker dîvânında bozulursa terfî edemez, eğer rüşvet ve taraftarlıkla hüküm verdiği anlaşılırsa meslekten çıkarılırdı. Nâib ve kadı olmak için İstanbul rüûsu denen medresenin en yüksek diploması şarttı.
ADALET TEŞKİLATI
İstanbul gibi kalabalık beldelerde, gece nâibleri vardı. Meşhut suç çeşidinden davalara gecenin hangi saatinde olursa olsun bakmakla görevli idiler. 17. asırda İstanbul nüfusu banliyöler ve saray nüfusu ile milyonu geçti. İstanbul Efendisi denen İstanbul belediye başkanı ve en büyük yargıcı durumundaki kadı, Divân-ı Hümâyûn denen imparatorluk bakanlar kurulu toplantısına çıkıp söz söyler, bakanları cevaplandırır, fakat oy kullanamazdı. İki kazasker (Rûmeli ve Anadolu), hükûmet üyesi idiler, oy kullanırlardı. İstanbul’da daha 3 molla (büyük kadı) (Eyüb, Galata, Üsküdar), birkaç kadı, 60 kadar nâib (sulh yargıcı), bunlara bağlı adlî polis mevcuttu.
ANGLO-SAKSON SİSTEMİ OSMANLI’YA GÖRE DÜZENLENDİ
Şöhreti dillere destan İngiltere adaleti, 8. Henry’nin Kaanûnî devrinde İstanbul’a gelip Osmanlı adalet sistemini inceleyen hukukçuları tarafından düzenlendi. Bugün de Anglo-Sakson (İngiliz, Amerikan vs.) yargı sisteminde, hızlı yargı esastır. Ancak delil arayışı gibi sebeplerle uzun aralı celselere gidilmektedir ki, aynı geciktirici sebep, istisna olarak Osmanlı sisteminde de vardır.
1839 Tanzimatı ile modern mahkemeler kurulmaya başlandı. Avrupa yasalarının benzerleri yayınlandı. Hukuk fakülteleri açıldı. Cumhuriyet döneminde eksikler giderilip gedikler onarılarak bugünkü hukuk ve yargı sistemimiz oluştu. Yasalarımızın AB hukukuna uygunluğu sağlanarak yargıçlarımızı AB’deki meslektaşlarının statüsüne eşitlemek mutlak bir zarurettir.