20.12.2008

Osmanlı’da davalar bir günde biterdi!


Osman­lı dü­ze­nin­de he­men tev­zî edil­me­yen ada­let, ada­let­siz­lik sa­yı­lır­dı. Os­man­lı ada­le­ti­nin hız­lı yar­gı şöh­re­ti, dün­ya­ya ya­yıl­mış­tı. İş­te 17-18. yüz­yıl­lar­da İs­veç­li, İn­gi­liz, Fran­sız ya­zar­la­rın şe­ha­det­le­ri (ilk iki­si İs­tan­bul or­ta ve bü­yük el­çi­si olup Pro­tes­tan, so­nun­cu­su Ka­to­lik’tir):
“Os­man­lı ada­le­tin­de 2 ve­ya 3 cel­se az gö­rü­lür. Ek­se­ri da­va­lar tek cel­se­de hük­me bağ­la­nır” (Mo­rad­je­a d’Ohs­son, VI, 204-5).
“En önem­li da­va­lar bir sa­at için­de hük­me bağ­la­nır. Hü­küm, der­hal in­fâz edi­lir. Av­ru­pa’da­ki gi­bi hük­mü ge­cik­ti­re­cek oyun­lar­dan hiç­bi­ri Os­man­lı sis­te­min­de uy­gu­la­na­maz” (Lord Pa­ul Ri­ca­ut, II, 327).
“Dün­ya­nın hiç­bir ye­rin­de da­va­lar, Tür­ki­ye’de­ki ka­dar hız­lı çö­züm­len­mez. Da­va­nın me­de­nî ve­ya ce­za­ya ait ol­ma­sı yar­gı­nın hı­zı­nı kes­mez. En bü­yük da­va­lar 3, ni­ha­yet 4 gün sü­rer” (Stoc­ho­ve, Vo­ya­ge du Le­vant, s.148).
Da­va sa­yı­sı az­dı. Os­man­lı an­cak da­va oluş­tu­ra­cak ko­nu­lar için ka­dı’ya baş­vu­rur­du. Gü­ven­lik kuv­vet­le­ri de an­cak ger­çek suç­lu­yu ka­dı hu­zu­ru­na çı­ka­rır­dı. Ufak te­fek suç­lar için va­tan­da­şa na­si­hat edi­lip bı­ra­kı­lır­dı. Va­tan­daş, ge­nel asa­yi­şi, hu­zu­ru ve ah­lâ­kı ih­lâl eden ha­re­ket­ler­den çok ka­çı­nır­dı. So­kak­ta ba­ğır­mak, baş­ka­sı­nın işi­te­ce­ği yük­sek ses­le ko­nuş­mak ter­bi­ye­siz­lik ve ora­da­ki­le­re say­gı­sız­lık­tı.
An­laş­maz­lık­lar ai­le­ye ait­se, ai­le için­de hal­le­di­lir­di. Son sö­zü ai­le rei­si söy­ler­di. Onun sö­zü­ne ay­kı­rı ha­re­ket hem ne­za­ket­siz­lik, hem gü­nah sa­yı­lır­dı. Ti­ca­rî an­laş­maz­lık­lar es­naf ara­sın­da, es­na­fın üye­si bu­lun­du­ğu lon­ca’nın (sen­di­ka­nın) ket­hu­dâ­sın­ca hal­le­di­lir­di. Hay­ri­ye tüc­câ­rı de­nen ruh­sat­lı bü­yük ih­ra­cat­çı, it­ha­lât­çı, ar­ma­tör züm­re­nin da­va­la­rı­na, se­çim­le ge­len ket­hu­dâ­nın ha­kem­li­ğin­de ça­re ara­nır, ka­bûl et­me­yen ta­raf ka­dı’ya gi­der­di. Ka­dı, baş­vu­ran ta­ci­rin aley­hi­ne hük­me­der­se o tüc­ca­rın mes­lek­taş­la­rı ara­sın­da say­gın­lı­ğı sar­sı­lır­dı.
Ha­kem­lik gö­re­vi ma­hal­le­de mes­cid imâ­mı­na, köy­de muh­ta­ra ait­ti. Köy­lü­nün ka­dı’ya git­me­si an­cak bü­yük da­va­lar için­di. Zi­ra ka­dı, köy­lü­nün bağ­lı bu­lun­du­ğu nâ­hi­ye­de­ki nâ­ib idi ki, öğ­le­den ön­ce yar­gıç­lık ya­par, öğ­le­den son­ra nâ­hi­ye­nin be­le­di­ye iş­le­ri­ne ba­kar­dı. An­cak ka­zâ (il­çe) yar­gıç­la­rı­na ka­dı, san­cak (il) ve eyâ­let ka­dı­la­rı­na mol­la, hep­si­nin ka­ra­rı­nı tem­yi­ze yet­ki­li en bü­yük iki yar­gı­ca -ki İs­tan­bul’da idi- ka­zas­ker de­nir­di (ka­zas­ker pâ­ye­si ve­zîr=ma­re­şal rüt­be­si­ne eşit­ti).
Ka­dı, önü­ne ge­ti­ri­len 1 ak­ça­lık da­va­ya bi­le bak­mak­la yü­küm­lüy­dü. An­cak kü­çük da­va­lar için ka­dı’ya git­mek yü­ce ada­le­te say­gı­sız­lık sa­yı­lır­dı. Zi­ra en kü­çük da­va­da bi­le şe­hâ­det­ler, il­gi­li bel­ge­ler, hü­küm, si­ci­le ge­çi­ri­lir ve mah­ke­me kâ­ti­bi ta­ra­fın­dan son­su­za ka­dar sak­la­nır­dı. 15. yüz­yıl­dan baş­la­yan on bin­ler­ce def­ter hâ­lin­de­ki mah­ke­me si­cil­le­ri, bu­gün Os­man­lı sos­yal ta­ri­hi­nin önem­li kay­nak­la­rı ara­sın­da­dır.
Ah­lâk, ge­le­nek­ler, ai­le ya­pı­sı, di­nî ku­ral­lar, Al­lah kor­ku­su, sağ­lam ve ge­çer­li idi. Ata­türk dev­rin­de (1923-1938) bi­le da­va sa­yı­sı -o za­man­ki nü­fus ora­nı ile de- bu­gün­kü­ne nis­bet­le pek az­dı. Bu­gün Tür­ki­ye, bi­ri­bi­riy­le ve dev­let­le an­laş­maz­lık­lar için­de bir top­lu­mun ül­ke­si gö­rün­tü­sün­de­dir. Üs­te­lik bu­gün yar­gıç, yüz­ler­ce ya­sa­nın yüz­ler­ce mad­de­si ile bağ­lı­dır. Şah­sî ka­na­at yet­ki­si, hem kla­sik Os­man­lı ka­dı­sı­na, hem Ba­tı’da­ki yar­gıç­la­ra nis­bet­le çok az­dır.

ÖR­NEK OS­MAN­LI ASA­Yİ­Şİ
Kla­sik dö­nem­de ve son­ra Tan­zi­mat re­ji­min­de asa­yiş, gü­ven­lik mü­kem­mel­di. Ara dö­nem­ler­de bo­zul­muş­tur. Me­se­lâ Ka­anu­nî Sul­tan Sü­ley­man dev­rin­de (1520-1566) İs­tan­bul’un asa­yi­şi bü­tün Av­ru­pa­lı şa­hit­ler­ce övül­mek­te­dir. İs­tan­bul nü­fu­su ya­rım mil­yo­na yak­laş­mış, dün­ya­nın he­men he­men en ka­la­ba­lık şeh­ri ol­muş­tu. Ci­na­yet or­ta­la­ma­sı yıl­da 1 (bir) idi. Muh­zır de­nen ad­lî po­lis, da­va­nın gö­rü­le­ce­ği cel­se için bü­tün de­lil­le­ri ve şa­hit­le­ri ka­dı’nın hu­zu­ru­na ge­tir­mek­le gö­rev­li idi. Fev­ka­lâ­de ma­aş alan ka­dı, yal­nız öğ­le­den ön­ce yar­gıç­lık ya­pı­yor­du. Öğ­le­den son­ra il­çe­si­nin kay­ma­ka­mı ve be­le­di­ye baş­ka­nı idi (1826’dan ön­ce­ki kla­sik dö­nem). Çok yet­ki­liy­di. Ver­di­ği hü­küm İs­tan­bul’da ka­zas­ker dî­vâ­nın­da bo­zu­lur­sa ter­fî ede­mez, eğer rüş­vet ve ta­raf­tar­lık­la hü­küm ver­di­ği an­la­şı­lır­sa mes­lek­ten çı­ka­rı­lır­dı. Nâ­ib ve ka­dı ol­mak için İs­tan­bul rüû­su de­nen med­re­se­nin en yük­sek dip­lo­ma­sı şart­tı.

ADA­LET TEŞ­Kİ­LA­TI
İs­tan­bul gi­bi ka­la­ba­lık bel­de­ler­de, ge­ce nâ­ib­le­ri var­dı. Meş­hut suç çe­şi­din­den da­va­la­ra ge­ce­nin han­gi saa­tin­de olur­sa ol­sun bak­mak­la gö­rev­li idi­ler. 17. asır­da İs­tan­bul nü­fu­su ban­li­yö­ler ve sa­ray nü­fu­su ile mil­yo­nu geç­ti. İs­tan­bul Efen­di­si de­nen İs­tan­bul be­le­di­ye baş­ka­nı ve en bü­yük yar­gı­cı du­ru­mun­da­ki ka­dı, Di­vân-ı Hü­mâ­yûn de­nen im­pa­ra­tor­luk ba­kan­lar ku­ru­lu top­lan­tı­sı­na çı­kıp söz söy­ler, ba­kan­la­rı ce­vap­lan­dı­rır, fa­kat oy kul­la­na­maz­dı. İki ka­zas­ker (Rû­me­li ve Ana­do­lu), hü­kû­met üye­si idi­ler, oy kul­la­nır­lar­dı. İs­tan­bul’da da­ha 3 mol­la (bü­yük ka­dı) (Eyüb, Ga­la­ta, Üs­kü­dar), bir­kaç ka­dı, 60 ka­dar nâ­ib (sulh yar­gı­cı), bun­la­ra bağ­lı ad­lî po­lis mev­cut­tu.

ANG­LO-SAK­SON SİS­TE­Mİ OS­MAN­LI’YA GÖ­RE DÜ­ZEN­LEN­Dİ
Şöh­re­ti dil­le­re des­tan İn­gil­te­re ada­le­ti, 8. Henry’nin Ka­anû­nî dev­rin­de İs­tan­bul’a ge­lip Os­man­lı ada­let sis­te­mi­ni in­ce­le­yen hu­kuk­çu­la­rı ta­ra­fın­dan dü­zen­len­di. Bu­gün de Ang­lo-Sak­son (İn­gi­liz, Ame­ri­kan vs.) yar­gı sis­te­min­de, hız­lı yar­gı esas­tır. An­cak de­lil ara­yı­şı gi­bi se­bep­ler­le uzun ara­lı cel­se­le­re gi­dil­mek­te­dir ki, ay­nı ge­cik­ti­ri­ci se­bep, is­tis­na ola­rak Os­man­lı sis­te­min­de de var­dır.
1839 Tan­zi­ma­tı ile mo­dern mah­ke­me­ler ku­rul­ma­ya baş­lan­dı. Av­ru­pa ya­sa­la­rı­nın ben­zer­le­ri ya­yın­lan­dı. Hu­kuk fa­kül­te­le­ri açıl­dı. Cum­hu­ri­yet dö­ne­min­de ek­sik­ler gi­de­ri­lip ge­dik­ler ona­rı­la­rak bu­gün­kü hu­kuk ve yar­gı sis­te­mi­miz oluş­tu. Ya­sa­la­rı­mı­zın AB hu­ku­ku­na uy­gun­lu­ğu sağ­la­na­rak yar­gıç­la­rı­mı­zı AB’de­ki mes­lek­taş­la­rı­nın sta­tü­sü­ne eşit­le­mek mut­lak bir za­ru­ret­tir.


Yılmaz Öztuna
20 Aralık 2008 Cumartesi
Kaynak; Türkiye Gazetesi