10.09.2007

Dillerin Yok Edilmesinde Üç Evre


Batılı sömürgeciler, mazlûm milletlerin dillerini yok edip onları birer köleler güruhuna dönüştürmek için ne çarelere baş vurmamışlar ki... Bunların bazılarında geçen haftaki yazımda bahsetmiştim. Dedim ya, batılı bazı dilbilimciler de bu yapılanlara karşı yeni yeni karşı çıkıyor. Yanlız, Türk Ulusu gibi bir ulusun dilinin bir iki nesilde yok edilmesine çalışıldığını, sanırım, onlar da tasavvur edemiyorlar. Zannediyorlar ki, öyle kültürel soykırımlar ancak Amerika, Alaska yerlilerine, Afrikalı kabilelere yapılmakta. [Tabii bu, iyimser yorum. İnşallah Türklere yapılanları bilip de kasten göz ardı etmiyorlardır. Ne de olsa betılı olup haçlı kafasından kurtulmak pek kolay değil.] Nasıl olur da, çok derin ve geniş bir tarihî birikimi olan, daha dedemin zamanında dünyanın en büyük birkaç devletinden birinin sahibi, dili dünyanın belli başlı üç beş en büyük dilinden biri, -üstelik en eskisini, ve olağan üstü matematiksel yapısıyla dilbilimcileri kendisine hayran bırakan bir dil-, evet, nasıl olur da böyle bir ulusa kültürel ve dil soykırımı bu kadar çabuk ve kolayca uygulanabilir?

O bahsettiğim, insancıl oldukları izlenimi veren dilbilimcilerden biri David Crystal idi. 2000 yılında basılmış " dillerin katli" kitabınnda David, bir dilin hayatî tehlikeye girdiğini haber veren emârelerden, bir de yok olma yolunda gerçirdiği üç merhaleden bahsediyor.

1. Evre: Yabancı hakîm gücün dilinin konuşulması için baskı. Baskı, tepeden aşağı (teşvikler, devletin kanunları yoluyla), aşağıdan yukarı (halkta özenti, moda yaratılarak) oluyor.

2. Evre: Çift dilli dönem. Ulusal dilin kullanım alanı azalıyor. [OS: Eğitim her düzeyde yabancı dilden yapılmaya başlanıyor. Her kesimden herkes işi gücü bırakıp yabancı dili öğrenme yokuşuna sürülüyor. Meslek, bilim yerine, hiç gereği olmayan yerlerde bile herkes yabancı dil sınavına girmekle meşgul.]

3. Evre: Gençler artık yabancı gücün dilini ulusal dilden daha iyi bilirler; "eski dili" kullanmaktan utanır oluyorlar. Velilerle çocuklar kendi dillerinde konuşamaz duruma gelmiş; çocuklar velileririni "eski dili" biliiyor diye "geri" kafalı" yaftasıyla küçümsüyor. Bir nesil, hattâ bir onyılda çift dillilik de kalmıyor; ulusal dilin yerini yabancının [yâni sömürgecinin] dili alıyor. [ O.S: Ülkenin iktisâdının, sinaî tesislerinin, tarımının, sonunda topraklarının yabancının eline geçmesi zâten ikinci evrede başlamış da hızlanmış durumdaydı. Üçüncü evre, devletin de, ulusun da tarihten silinmesi evresi. O ara, bu duruma gelinmesinde katkıları büyük olmuş yerli, beşinci kol gizli cemiyet üyeleri sevinçten göbek atıyorlar ama, yakında kendi başlarına geleceklerden de habersizler.]

İkinci evrede ulusal dili kurtarmak hâlâ mümkün. Ancak bu evre çok tehlikeli; çift dillilikten ulusal dilin yok olmasına geçiş, kimse farkına varmadan son sürat oluveriyor, bir dil savaşçısı çıkıp halkta biliçlenmeyi sağlayamazsa. Çünkü, ikinci evrede halk, kamuoyu, üçüncü evrenin kapının hemen arkasında beklediğini bilmiyor, ve de kayıtsız. ["Ayarlı" görevliler de uyutucu, yanıltıcı etkinliklerinde berdevam] "Canım ne olacak? Dil niye ölsün ki? İşte bak herkes konuşuyor" diyen vurdumduymazlara ilâveten hainler de çok.

İkinci evrede, tehlike zilleri çalmaya başlamıştır. Ulusal dilin katline doğru gidişatın hızlandığı, çift dilliliğin artışından, sömürgecinin dilinden bol bol yabancı sözcük kullanılmasından [ulusal dildeki karşılıkların unutturulmasından, sonra da "ayarlı" şerefsizlerin "ulusal dilde bu terimler yok ki" demesinden ] anlaşılıyor.

İşte böyle, "BÜYÜK UYANIŞ" ın gençleri! Türkiye şimdi ikinci evrede. Tehlike zilleri çoktan çalmaya başladı; hattâ ziller çan oldu bile (yurdun her tarafına yaptırılan kiliselerde çan çok) Peki, "çanlar kimin için çalıyor?"

Yazan; Prof.Dr. Oktay SİNANOĞLU
Kaynak; Büyük Uyanış adlı kitap