2.11.2007

Osmanlı, Rumeli'yi cephede değil masa başında kaybetti

Türkiye sınır ötesi operasyonu tartışıyor. Bazı çevreler "ABD'yi, AB'yi
karşımıza almayalım; sorunu masada çözmeye çalışalım" diyor. Tarih tekerrür
mü ediyor? Çünkü benzer olayları Osmanlı Devleti de yaşadı.

Bulgar, Yunan, Sırp çetelerine karşı Avcı Taburları'yla başarılı bir
mücadele veren Osmanlı, Avrupa ülkelerini karşısına almamak için Balkan
topraklarını birer birer masada kaybetti.

NE bu sayfada ne de kitaplarımda yorum analiz yapmamaya gayret ederim.
Olguların-haberlerin ve tarihsel olayların daha öğretici olduğunu düşünürüm.
Ama bazen...

Bazen insan soğukkanlılığını kaybediyor. Bazı köşe yazarlarının bu
toprakların tarihini, kalemi ellerine aldıkları dönemle başlatmaları artık
dayanılmaz boyuta geldi. Neredeyse herkes Türk Silahlı Kuvvetleri'ne "akıl"
veriyor:

"Barzani güçleri artık düzenli orduya geçti, aman dikkat!"

"Kuzey Irak'a girdiğimizde ABD ordusu karşımıza çıkarsa ne yapacağımızı
hesap etmeliyiz!"

"Askeri operasyondan önce meseleyi masada çözmeye çalışmalıyız!"

'VMRO' ADINI DUYDUNUZ MU

Bütün mesele tarihi gerçeklerin pek bilinmemesinden kaynaklanıyor aslında.
Bilmiyorlar; Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinin, terör örgütlerine karşı
verilen mücadeleyle eşzamanlı olduğunu. Bu arkadaşlar Abdullah Öcalan adını
biliyor. Peki:

Yunanlı Emanuil Ksantos, Nikolaos Sfukos, Anastasyas Çakalof adını duydular
mı?

Bulgar Boris Sarafov, Saissij Hilandersky, Sofronij Vraçansky ya da Sırp
Miloş Obradoviş ve Damien Gruev ismini hiç işittiler mi?

Balkanlar'ın en etkili terör örgütleri VMRO ve IMRO'dan haberdarlar mı?

Balkanlar'da fitili ateşleyen Konstantin Fotinov'un hem de İzmir'de
çıkardığı "Lyubaslovie" adlı yayın organını biliyorlar mı?

Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan, Karadağ, Makedonya, Arnavutluk,
Bosna-Hersek ve Romanya'nın (Eflak-Boğdan) nasıl kaybedildiği hakkında bilgi
sahibi midirler? Sanmam. Peki:

Unutun yukarıdaki isimleri, çeteleri, yayın organlarını; bugün bazılarının
AB üyesi olduğu bu ülkelerin Osmanlı'dan nasıl koptuğunu kısaca anlatmak
istiyorum. Bugüne benzerliklerini siz bulun lütfen!

OYUN HEP AYNI

Taktik hep aynıydı:

Önce çeteler kurup isyan başlattılar. Mehmetçik çetelere dünyayı dar edince,
"Aman koşun yardım edin, barbar Türkler katliam yapıyor" diye Avrupa'yı
ayağa kaldırdılar.

Öyle ya bu insan hakları meselesiydi ve Avrupa bu konuda çok "duyarlıydı".
Hemen olaya el koydular. Arka bahçelerini kaybetmek istemiyorlardı. Tabii
"el koyma" diplomatik yollardan oluyordu!

Masalar kuruluyor ve diplomatik görüşmeler başlıyordu. İşte mihenk noktası
bu masaydı.

Osmanlı masaya oturunca çaresiz kalıveriyordu. Nasıl olmasın, borç
batağındaydı. Masada ne kadar kararlı gözükse de isteklerini pek
yaptıramıyordu.

TÜRK SOYKIRIMI

Osmanlı Devleti masadan hep reform yapma sözüyle kalkıyordu. Devamlı da
reformlar yaptı; Balkan tebaasına her türlü hürriyeti verdi.

Yetmedi.

Ardından özerk prenslikler, imtiyazlı bölge statüleri tanıdı. Yetmedi. Onlar
hep daha çok istediler. Bağımsız devlet oldular; yine yetmedi. Bu kez daha
çok toprak istediler. Bazen kendilerine güvenip Osmanlı'ya savaş açtılar.

Osmanlı işte o zaman rahatlıyordu; masadan kurtulmuştu. Yunan ordusunu da,
Sırp ordusunu da cephede perişan etti. Ama sonuç alabildi mi? Hayır. Her
seferinde düvel-i muazzama olaya "el koydu".

Osmanlı yine masaya oturtuldu. Ve o diplomasi masasında sürekli kaybetti.
Osmanlı kaybettikçe çeteler azgınlaştı. Oyun tekrar tekrar sahneye kondu.

Mehmetçik yine çeteleri dağıttı; çetelerin Avrupa'daki uzantıları, "Aman
yetişin barbar Türkler Hıristiyanları kesiyor" diye ortalığı ayağa kaldırdı.

İnanması zor ama bu oyun her seferinde etkili oldu. Osmanlı şaşkındı.
Haklıydı. Ama anlatamıyordu. Sonuçta Balkanlar'ın güvenlik meselesini bile
Avrupalılara bıraktı! Sorun çözüldü mü? Hayır.

Bu kez meselenin parlamentoda çözüleceği söylendi. Osmanlı, Yane
Sandanski'den İsa Bolatin'e kadar çete liderlerini Osmanlı Meclis-i
Mebusan'a taşıdı. Olmadı.

Ne yapsa ne etse yaranamadı Osmanlı.

Aslında bilmediği/görmediği bir gerçek vardı; mesele başkaydı. Mesele,
Türklerin Avrupa'dan çıkarılmasıydı. Öyle olmasa, Balkanlar'da 4.5 milyon
Türk öldürülürken insan hakları savunucusu Avrupalıların sesi çıkmaz mıydı?

Oysa uygar Batı kılını bile kıpırdatmadı.

Dün böyleydi; bugün farklı mı? Batı'nın elinde dün olduğu gibi bugün de
kendi çizdiği bir harita var ve onu gerçekleştirmek için uğraşıyor.

Demokrasi, özgürlük, insan hakları Batı için aslında sadece laf-ü güzaftır.

Biz bu filmi gördük.

BAĞIMSIZ BATI TRAKYA CUMHURİYETİ

BALKAN Savaşları'nda Osmanlı'nın bozguna uğraması, ülke içindeki dengeleri
de değiştirdi. İttihatçılar darbe yaparak iktidarı aldı. Ve kısa zamanda
darmadağın olan orduyu savaşacak hale getirdi.

Osmanlı Ordusu 30 Haziran 1913'te Batı Trakya'ya doğru harekete geçti.
Keşan, İpsala, Uzunköprü ve Edirne bir hafta içinde geri alındı. Ama ne
yazık ki ordu hemen durduruldu. Cephede değil masada durduruldu.

Düvel-i muazzama elçileri Sadrazam Said Halim Paşa'ya koşmuşlar; Osmanlı'nın
Londra Antlaşması'nın tek taraflı bozduğunu ve hemen "işgal" ettiği
topraklardan çıkmasını söyleyerek, sözlü nota vermişlerdi.

Müzakereler sürerken Enver Paşa, 16 subay ve 100 Mehmetçik'ten oluşan
müfrezeyi Bulgar zulmü altındaki Batı Trakya içlerine gönderdi. Kuşçubaşı
Eşref komutasındaki müfreze, Edirne'den yola çıkıp Ortaköy'e geldiğinde,
1200 kişilik Bulgar çetesi tarafından vahşice katledilen 400 Türk köylüsünün
cesediyle karşılaştı.

Bir gün sonra katliamcı Bulgar çetesi bulundu; darmadağın edildi; 5'i subay
95 kişi esir alındı. 1200 silaha el konuldu. Türk müfrezesi önüne ne gelirse
ezip geçti; şiddetli çatışmalardan sonra Mestanlı ve Kırcaali ele geçirildi.
Yedi düvelin baskısından bunalan İstanbul Hükümeti, Bulgar cephesindeki
Enver Paşa'ya birliklerin çekilmesi emrini verdi.

Enver Paşa emri dinlemedi. Kuşçubaşı Eşref'in yanına Süleyman Askeri Bey
komutasında bir birlik daha gönderdi. Kuşçubaşı Eşref ve Süleyman Askeri
güçlerini birleştirip Gümülcine ile İskeçe'yi aldılar. Meriç boyunu
Bulgarlardan tamamen temizlediler.

İki Türk birliği destan yazıyordu. Düvel-i muazzama ise yıkıyordu ortalığı.
Sonunda Enver Paşa da, Kuşçubaşı Eşref ve Süleyman Askeri'ye "durun" demek
zorunda bırakıldı.

Durmak yeterli değildi; Avrupalılar Türklerin "işgal" ettiği yerleri hemen
boşaltılmasını istiyordu. İşte burada devreye Türk'ün zekásı girdi. Batı
Trakya'yı ele geçiren Kuşçubaşı Eşref ve Süleyman Askeri Bey dünyaya bir
açıklama yaptılar: "Bizim Osmanlı ile hiçbir ilgimiz yoktur!"

Ve ardından "Garbi Trakya Müstakil Hükümeti"nin kurulduğunu duyurdular.

İLK TÜRK CUMHURİYETİ

12 Eylül 1913 tarihinde kurulan bağımsız Türk devletinin yönetim şekli neydi
biliyor musunuz; Cumhuriyet!

Devlet Başkanı Süleyman Askeri Bey'di. Genelkurmay Başkanı ise Kuşçubaşı
Eşref. Yeni Türk devletinin başşehri Gümülcine'ydi. Bayrağı; ay yıldızlı,
yeşil-beyaz-siyah renklerden oluşuyordu. Sözlerini bizzat Süleyman
Askeri'nin yazdığı milli marşları bile vardı.

Posta teşkilatı kurup pul bastırdılar. Pasaport sistemi oluşturdular. Öyle
herkes elini koluna sallaya sallaya gelemeyecekti yani!

Dünyayla haberleşmek için Batı Trakya Haber Ajansı'nı kurdular. "Özgür" adı
verilen resmi gazete ile "Independant" adlı Türkçe-Fransızca gazete
çıkarmaya başladılar.

Kısa zamanda 30 bin kişilik ordu oluşturdular. Amaç asker sayısını kısa
zamanda 60 bine çıkarmaktı. Öte yandan:

Başta Rusya olmak üzere düvel-i muazzama, eğer bağımsız Türk devleti kendini
lağvetmezse Osmanlı'nın doğusunda bağımsız Ermenistan kurdurulacağı
tehdidini savurmaya başladı. (Ne rastlantı (!) değil mi, bugün de ellerinde
yine Ermeni tasarısı var.)

Sonuçta, Osmanlı Hükümeti zorla masaya oturtuldu ve İstanbul Antlaşması,
"Garbi Trakya Müstakil Hükümeti"nin sonu oldu.

Yeni cumhuriyetin ömrü ancak 55 gün sürebildi. Osmanlı yine diplomasi
masasında kaybetmişti. Ayrılık günü, Batı Trakya'da kalanlar da gidenler de
gözyaşlarına boğuldu. Son kez hükümet konağı önünde toplu bir fotoğraf
çektirildi.

Bugün bazılarımız ne diyor; "Aman masaya oturalım!"

İbret alınsaydı tarih hiç tekerrür eder miydi?..

Mehmetçik 150 yıldır gerilla savaşı yapıyor

BUGÜN teröristlere karşı mücadele veren Özel Kuvvetler Komutanlığı'na bağlı
özel harpçileri biliyorsunuzdur.

Peki, Avcı Taburları adını duydunuz mu? Çoğumuz bilmez.

Türk Ordusu'nun 25 yıldır gayri nizami harp yaptığı yazılıyor/söyleniyor.
Oysa Mehmetçik bu savaşı 150 yıldır yapıyor.

Bu savaşı başlatan Avcı Taburları'dır.

Ondan doğan örgütün adı Teşkilat-ı Mahsusa'dır. Bu teşkilatın mirasını
devralan ise özel harpçilerdir.

Osmanlı'nın ilk özel harp teşkilatı olarak Avcı Taburları'nı gösterebiliriz.
Çetelere karşı düzenli orduyla karşılık veremeyeceğini anlayan Osmanlı bu
nedenle, tıpkı çeteler gibi dağlarda yaşayan Avcı Taburları'nı organize
etti.

Avcı Taburları, Rumeli'deki 3'üncü Ordu Komutanlığı'na bağlı kurulmuştu.
Bunlar sorumlu oldukları bölgede devamlı hareket halindeydiler. Çeteler
hangi yöntemleri kullanıyorsa onlar da aynısını yapıyorlardı. Bu gerilla
taburunda genellikle Harp Okulu'ndan mezun olmuş mektepli subaylar görev
yapıyordu. Bunun ayrıca özel bir nedeni vardı:

II. Abdülhamid, mektepli subayların İstanbul'da görev yapmasını istemiyordu.
"Darbe yaparlar" diye çekiniyordu. Bu nedenle İstanbul'daki Hassa Ordusu'nda
(1. Ordu) sadece, Padişah'a bağlı kapıkulu zihniyetindeki eğitimsiz alaylı
askerleri tutuyordu.

Avcı Taburları komutanları arasında kimler yoktu ki: Enver, Cemal, Yakup
Cemil, Eyüp Sabri, Resneli Niyazi, Cafer Tayyar, Yenibahçeli Şükrü, Mülazım
Atıf, Süleyman Askeri, Kuşçubaşı Eşref, Filibeli Halim, Kazım Özalp, Kazım
Karabekir ve daha niceleri...

Bu subayların çetelerle mücadelesi pek kolay olmadı. Harp Okulu'nda cephe
savaşlarını öğrenmişlerdi; silahları kara tahtaya çizerek! Çünkü okulda
silahların bulunması, ateş edilmesi Sultan'ın emriyle yasaktı! Bu şartlar
altında mezun olan subaylar kendilerini Balkanlar'ın o zor coğrafi
şartlarında ateş çemberi içinde buldular. Yine de hiç yılmadılar.

Giritli Kaptan Skalidis, Bulgar Petso, Rum Pirlepe, Arnavut Istaryalı Kamil,
"Vardar Güneşi" adı verilen Apostol gibi onlarca çeteyi yok eden bu Avcı
Taburları'ydı.

Avcı Taburları kısa zamanda gerilla savaşını öğrenmişti. Ama...

Ama yine karşılarında yedi düvel vardı.

Örneğin: Çetelerin silah depoları kiliseler ve papaz-rahip evleriydi.
Osmanlı zabitleri aramak için buralara girdiklerinde çete taraftarları
feryat ediyordu: "Kilisemizi yakıyorlar!" Sanki Osmanlı 600 yıl kiliseyle
barışık olmamış gibi.

Yazdığımız gibi Avcı Taburları'nın kuruluş nedeni Yunan, Bulgar, Sırp vb.
çetelere karşı mücadele vermekti. Bu çeteler başta Osmanlı zabitleri olmak
üzere karakollara, köylere, yolcu gemilerine, demiryollarına, köprülere
saldırılar düzenliyorlardı.

Akla gelecek her yöntemle suikast yapıyorlardı. Olayın trajikomik yanı, bu
saldırılardan Avrupalılar zarar görürse onların maddi zararlarını da Osmanlı
karşılıyordu. Çeteler bunu bildikleri için yabancı görevlileri kaçırıp fidye
istiyorlardı.

Örneğin, Fransız maden müdürü Chevalier için 15 bin; İngiliz rahibe Mrs.
Stene için 16 bin altınlık fidye parasını da Osmanlı ödemişti!

Bu arada Avcı Taburları'ndaki subaylar 250 kuruşluk maaşlarını bile
alamıyorlardı! Neyse...

Avcı Taburları'nın çetelere karşı mücadelesinde de karşılarındaki güç
Batı'ydı.

Örneğin, eli kanlı çete üyesini yakalayıp cezaevlerine koyuyorlardı. Ancak
belli bir süre sonra Avrupa'nın baskısıyla bunlara af çıkıyordu. Salıverilen
soluğu tekrar dağda alıyordu!

Yani: Başta Ruslar olmak üzere Avrupalılar, Türk askerinin moralini bozmak
için ellerinden geleni yapıyordu.

Manastır'daki Rus Konsolosu Rostkovkiy kendisine selam durmadığı için bir
Türk askerini kırbaçlayacak; Mehmetçik bu saldırıya dayanamayıp konsolosu
öldürecekti.

Aslında Mehmetçik nefsi müdafaa yapmıştı ama Divanı Harp'te hemen idam
edilivermişti; hem de olaya hiç karışmamış nöbetçi arkadaşıyla birlikte.

Osmanlı'da milliyetçilik/ulusalcılık nasıl doğdu sanıyorsunuz? Sonuç olarak,
Osmanlı Avcı Taburları Rumeli Dağları'nda gerilla savaşını öğrendiler. Öyle
iyi öğrendiler ki, mirası devralan Teşkilat-ı Mahsusa, I. Dünya Savaşı'nda
düşmanları yıldıracak eylemler yaptı.

İşte kökü Avcı Taburları'na ve Teşkilat-ı Mahsusa'ya dayanan özel harpçiler
bugün kararlılıkla teröre karşı mücadele vermektedir.

Yani, söylendiği/yazıldığı gibi Türk Silahlı Kuvvetleri gerilla savaşını
yeni öğrenmemiştir.

Soner Yalçın/Hürriyet