27.08.2007

Görüşme Süreci mi? Sevr Süreci mi?

3 Ekim 2005'ten itibaren Türkiye ile Avrupa Birliği arasında görüşme süreci başladı. Bu görüşme sürecinin ne anlam taşıdığının kamuoyumuz tarafından iyi anlaşılması gerekiyor.
Bazı sorulara yanıt arayarak görüşme sürecinin ''ne anlama geldiğini'' görmeye çalışalım.

1) Görüşme süreci, Türkiye'nin AB'ye diğer AB üyeleri gibi tam üye yapılması için mi yürütülecek? Kesinlikle hayır; bu sonuca şöyle varıyoruz;

a) Diğer aday ülkelerin, tam üyelik görüşmelerine başlamadan önce ''AB üyesi yapılacakları'', AB organlarının kararları ile belirlendi; tam üye yapılacaklarını bilen bu ülkelerle daha sonra üyelik için görüşmelere başladılar. Önce giriş garantisi verildi, sonra görüşmeler başladı.
Türkiye için ise AB, ''Biz üyelik için karar vermedik, sadece görüşeceğiz'' diyor ve ''görüşmelerin ucu açıktır'' diye ekliyor. Bu gerçek 17 Aralık 2004 belgesinde yer alıyor. Ancak görüşmeler sürecinde Türkiye AB'ye tek yanlı bağlanıyor. Dışarıdan yönetilir hale geliyor.

b) 17 Aralık 2004 belgesinde ayrıca, Türkiye için farklı bir statü öngörülebileceği; bunun için de işgücünün serbest dolaşımının, tarıma ve diğer alanlara yapılan AB yardımlarının Türkiye için kaldırılabileceği en baştan karara bağlanıyor. Türkiye adeta, ''üye olmayan üye'' konumuna, daha görüşmeler başlamadan sokuluyor. Hem de AB'nin iç hukukuna aykırı olarak.

c) Yıllar yılı sürecek görüşmeler sonunda bir sonuç elde edilemez ise ''Türkiye başladığı noktaya geri dönemez, gelinmiş olan noktada düğüm atılır'' diye uluslararası ilişkilerde eşi benzeri olmayan bir yöntem dayatılıyor. ''Kuma olarak kapatmışlar, nikâh görüşmeleri sonuç vermezse kumalıktan kurtuluş yok'' diye görüşme süreci belgesine madde koyuyorlar. Sömürgeleşme, ''adeta meşru hale geliyor'' .

d) Görüşme süreci boyunca öyle bir yöntem getiriliyor ki, bir fasıldan diğerine geçilirken AB ülkelerinin her birinin ayrı ayrı ''evet'' onayı vermesi gerekiyor. Bir arkadaşımız oturmuş ve hesaplamış, AB tarafının, müzakereler boyunca ''iki bin dolayında'' müzakereleri kesme ve durdurma olanağı varmış. Dr. Engin Selçuk 'un dediği gib, ''AB Türkiye'ye imkânsızı yaptırmak istiyor'' (*). Türkiye, imkânsızı görüşmek için masaya oturtuluyor.

e) Hele hele 3 Ekim 2005'te eklenen bir madde var ki evlere şenlik; ''Türkiye görüşmeler boyunca AB'nin bütün istediklerini yerine getirse bile'' iş yine bitmiyor; AB 20 yıl sonra oturup karar verecek; ''Türkiye'yi acaba hazmedebilir miyim, yoksa hazmedemez miyim'' deyip kararını ''evet'' veya ''hayır'' diye açıklayacakmış.

f) Fransa 2005'te daha şimdiden karar verdi; ''görüşmeler sonunda referandumla evet veya hayır kararı alınacak'' .
17 Aralık 2004 ve 3 Ekim 2005 belgelerinde bulunan maddelerden önemli gördüklerimi yazdım. Bunlar aklı başında olan insanların, görüşmeler sonunda Türkiye'nin neden alınmayacağını anlamaları için yeterli değil mi? Verheugen ''Akıllı insanların anlayacağı biçimde zaten söylüyoruz'' demedi mi? Türkiye'de aptalı oynayanlar halkı aldatıyorlar, Türkiye'yi batırıyorlar.

2) 1995'ten beri Türkiye zaten tek yanlı bağlanmış ve bu köşede sık sık yazdığım gibi Gümrük Birliği içinde resmen soyulmaktadır. Bir taraftan ne zaman biteceği belli olmayan görüşmeler 10, 15, 20 yıl sürerken dış ticaret Brüksel'in tek yanlı uygulamalarına bırakılırken soygun, bağlanma daha da derinleşecektir.
Abdullah Gül 'ün Merkel 'le görüşmesi sonrasında söylediği şey gerçekdışıdır; ''Görüşmeler sonunda ileride, belki biz girmekten vazgeçeriz'' ifadesi, kara mizah konusudur. Tek yanlı bağlanmanız sürecek; soyulup soğana çevrileceksiniz; ortada bir Türkiye kalmayacak; sonra, ben vazgeçtim diyeceksiniz. Buna kargalar bile güler. Sayın Abdullah Gül, bu gerçeği sizin de, en az benim kadar bilmeniz gerekir.

3) Ve AB ile sonu bitmeyen görüşmeler sürdürülürken Kıbrıs, Ege, Güneydoğu, Patrikhane ''sürecin parçaları olarak'' tek tek koparılmaya başlanacaktır. Ermeni meselesi, para ve toprak talepleriyle birlikte görüşme masasının üzerindeki yerini alacaktır. Önce ''Bunlar koşul değildir'' diyenler 5-10 yıl sonra, ''Ermeni meselesi kesin koşuldur'' diyecekler, Kıbrıs gibi...
Türkiye yalnız iktisadi olarak soyulup bağlanmayacak, siyasi olarak, sucuğun dilimlenmesi gibi ayrıştırılacaktır. Kıbrıs ilk dilim olarak, koparıldı bile. Türkiye'nin sınırlarının tartışılacağı daha şimdiden görüşme belgelerine konuldu.
Kamuoyunun görüşmeler yolu ile Türkiye'nin hangi süreç içine itildiğini görmesi ve tepki göstermesi gerekiyor. Yukarıda gösterdiğim acı tablo gerçeğin ta kendisidir, kimse inkâr edemez.
Meclis'in içinden, dışından, işçi sendikalarından, barolardan, sivil toplum örgütlerinden; kısacası her kesimden el ele vererek ''bu Sevr sürecini'' durdurmak zorundayız.

Erol Manisalı

(*) ''Avrupa Birliği, Çıkmaz Sokak'' , Erol Manisalı ve Öğrencileri, Kasım 2005, Bilgi Yayınevi